Prof. Dr. F. Dilek Gözütok
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi E. Öğretim Üyesi
Cumhuriyet kurulduğunda tek yükseköğretim kurumu İstanbul Darülfünunu idi. Darülfünun çağın gereklerinin ve cumhuriyet ilkelerinin çok gerisindeydi. 1933 yılında İstanbul Üniversitesi, 1946’da İstanbul Teknik Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi kurulmuştur. Üniversite sayısı 1973’de 9, 1978’de 19 olmuştur. Gelişmiş ve gelişmekte olarak nitelenen bu üniversiteler ciddi boyutlarda alt yapı, kaynak, öğretim üyesi sorunları yaşamıştır. 1982 yılında 8 yeni üniversite daha kurulmuş MEB’e bağlı çoğu öğretmen eğitimi veren yüksekokullar ve akademiler buralara bağlanmıştır. Eğitime nitelik katmayı amaçladığı belirtilen bu uygulama ile yüksekokullara özellikle de öğretmen eğitimine çok zarar verilmiştir. Akademik donanımı olmayan kişilere akademik unvanlar dağıtılmış, üst yönetimdekiler gibi düşünmeyen yüzlerce öğretim elemanı, deneyimleri ve akademik kariyerleri dikkate alınmadan kurum dışına atılmıştır. Önceleri demokratik yöntemlerle çalışan bu kurumların 2547 sayılı yasayla yönetsel özerklikleri ellerinden alınmıştır. Yöneticilerin seçimle göreve gelmeleri, kurulların karar alma yetkileri, öğretim üyelerinin akademik özgürlükleri ve demokratik katılım mekanizmaları yok edilmiştir.
Yüksek öğretmen okulları objektif ölçütlerle kademeli eleme sınavları yaparak öğrenci seçer ve bireysel farklılıkları dikkate alarak uygulamalı öğretim hizmeti verirdi. Öğretmen yetiştirme deneyimi olmayan, öğretmen eğitimini hafife alan üniversitelerde öğretmen adayları üniversite amfilerine sıkıştırılmıştır. Kurumların fiziksel ve öğretim elemanı kapasitesi dikkate alınmadan tepeden emirle kontenjan belirlemeler, alan dışı yönetici atamaları bu dönemde artmıştır. Yüksek öğretmen okullarının binaları, bahçeleri, yatakhaneleri, büyük arazileri üniversite yönetimlerinin kararıyla başka fakültelerin kullanımına verilmiştir.
1975’te 1750 sayılı yasayla getirilen ancak Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen vakıf üniversitelerine YÖK Yasasıyla yeniden yol açılmıştır. Dünyada yaşanan “küreselleşme”, “özelleştirme”, “yeniden yapılanma” kavramları yükseköğretime de yansıtılmıştır. Yükseköğretimde, öğretmen eğitiminde, ilk ve ortaöğretimde “Yeniden Yapılanma” kapsamında Dünya Bankası desteği/kredisi ile ülke borçlandırılarak üst yönetiminde batılı ülkelerin görevlilerinin olduğu büyük projeler başlatılmıştır. Ülke yönetiminde görev alan politik anlayışın etkisiyle FATİH Projesi gibi ve daha birçok projelerin amaçlarını gerçekleştirmede yaşanan usulsüzlükler ve adam kayırmalar basında yer almıştır.(O yıllarda Hizmet Vakfı Devlet kadrolarına yerleşiyordu/yerleşmişti.)
1982 Anayasası’nın 130. Maddesinde Yükseköğretim kurumları; Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacıyla; ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan kamu tüzel kişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler Devlet tarafından kanunla kurulur. Kanunda gösterilen usul ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar tarafından, Devletin gözetim ve denetimine tâbi yükseköğretim kurumları kurulabilir denmektedir. (1975’de Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen 1750 sayılı yasaya karşın) Kanun, üniversitelerin ülke sathına dengeli bir biçimde yayılmasını gözetir. Vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumları, malî ve idarî konular dışındaki akademik çalışmaları, öğretim elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden, Devlet eliyle kurulan yükseköğretim kurumları için Anayasada belirtilen hükümlere tâbidir. 1975’de Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen vakıf üniversitesi kurulmasının 1982’de neden istendiği ve ülke sathına yayılmasının hangi bilimsel çalışma ile önerildiği, 1982 Anayasa’sına neden konduğu açıklanmamıştır.
2023 yılı itibarıyla Türkiye’nin 81 iline yayılmış 129’u devlet üniversitesi, 77’si vakıf üniversitesi olmak üzere toplam 208 üniversite vardır. (11’i Teknik Üniversite, 2’si Güzel Sanatlar Üniversitesi, 1’i Yüksek Teknoloji Enstitüsüdür. Ayrıca Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi, Polis Akademisi ve Milli Savunma Üniversitesi ve 4 Vakıf Meslek Yüksekokulu bulunmaktadır.) Devlet üniversitesi, yönetim olarak herhangi bir vakıf ya da özel kurumla bağlantısı olmayan, bütçesi devlet tarafından karşılanan üniversite demektir. Vakıf üniversitesi olarak adlandırılanların bütçesi vakıf ya da kişiler tarafından hazırlanmaktadır.
77 Vakıf üniversitesinin bir kısmının dinî cemaatlerle bağlantılı olduğu bilinmektedir. Kimi kamu üniversitelerine bağlı fakülteler üniversiteye dönüştürülmüş, kimileri bölünerek çoğaltılmış, kimi vakıf üniversiteleri de bölünüp çoğaltılmış ya da yeni vakıf üniversiteleri açılmıştır. YÖK yasasının ek 18. Maddesi değiştirilerek Devletin vakıf üniversitelerine para ve arsa desteği sağlaması yasallaştırılmış, hükümeti destekleyen vakıf üniversitelerine kamuya ait alanlar bağışlanmıştır. Üniversite sınav sorularının şifrelenmesi, çalınması, bir meslek lisesi olma özelliğini kaybettirip bir genel/akademik lise haline getirilmeye çalışılan imam hatip lisesi mezunlarının Teoloji dışındaki alanlarda öğrenim görmesiyle bu yükseköğretim kurumları dincileştirilmiştir. Bütün meslek liselerinin ortaokulları kapatılmış, yalnız İmam Hatip Ortaokulları açık bırakılmıştır. Akademik liseler İmam Hatip okuluna dönüştürülmüş, az sayıda bırakılmış Anadolu Liselerine puanı yetmeyen, özel okullara gidemeyen yoksul aile çocukları bu okullara kaydolmak zorunda bırakılmıştır. Hatta imam hatip öğrencilerine burs, yatılılık vb. olanaklar sağlanmıştır. Türkiye çapında başarısını kanıtlamış, çok başarılı öğrencileri sınavlarla alan bazı kamu liseleri “Proje Okulu” ilan edilip çeşitli yollarla hırpalanmıştır. KPSS soruları bazen çalınmış, bazen teknik olarak da bilimsel olarak da yanlış sorularla yapılmış ve yanlı mülâkatlarla atamalar yapılmıştır. Üniversite seçme sistemi 17 defa değiştirilmiştir. Baraj puanı kaldırılmış, en yüksek puanlarla öğrenci alan bazı üniversitelere kim olduğu, hangi özellikleri taşıdığı bilinmeyen bazı kişilerin düşük puanlarla girme yolu açılmış böylece nitelikli üniversitelere darbe vurulmuştur. Üniversite diploması tartışmalı Cumhurbaşkanı, rektörleri doğrudan atayarak yükseköğretim kurumlarının özgünlüğünü ve akademik özgürlüğünü yok etmiştir. Atamak istediği kişinin liyâkatı yasaya uygun olmadığında geçici bir yasa çıkarıp, atamayı yaptıktan sonra önceden çıkardığı yasayı iptal etmiştir. Cumhurbaşkanı tarafından atanan 69 rektörün uluslararası yayını olmadığı, 71’inin yayınlarına hiç atıf yapılmadığı, ilahiyatçıların hukuk fakültelerine dekan atandığı basına yansımıştır. FETÖ ile mücadele kisvesi altında, tarikatlarla ilgisi olmayan birçok muhalif bilim insanı sorgusuz sualsiz KHK ile görevden uzaklaştırılmış, biat eden ya da tepeden inme getirilen rektör ve dekanlar, bazı dini vakıfların toplantılarında görüntülenmiş, çağdaşlığa, bilime ve laikliğe hatta dine bile aykırı akıl dışı söylemleriyle sık sık gündemde yer almıştır.
Dünyanın hemen her yerinden, daha çok Asya (220 bin) ve Afrika (65 bin) ülkelerinden, bir kısım Avrupa ülkelerinden (14 bin) ve güney ve kuzey Amerika’dan (1500) sınava girerek ya da sınavsız kabul edilen her yıl yaklaşık 5000 kadarının tam burs alarak ön lisans, lisans, yüksek lisans ve doktora öğrenimi için toplam 300 binden fazla kişi yükseköğretim kurumlarında öğrenim görmektedir. Bazı vakıf üniversiteleri kontenjanlarını doldurmak için sınavsız öğrenci kabul ederken, kamu üniversitelerine geçici sığınmacı statüsünde olan kişilerin beyana dayalı sınavsız alınmalarının adil olmadığı tartışılmaktadır. Bu öğrencilerin akademik hazır bulunuşluk ve öğretim dilini akademik yayınları ve dersi izleme düzeylerinin yetersizliği öğretimin niteliğini düşürmektedir. Ne yazık ki bazı üniversitelere atamayla gelen bazı üst düzey yöneticilerin yaptıkları usulsüz atamalar, lisans, yüksek lisans ve doktora diplomalarını parayla verdikleri basına ve adalet kurumlarına yansımıştır.
“İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”’nin 26. maddesi; “Her bireyin parasız eğitim hakkı vardır. Temel eğitim zorunludur. Teknik ve mesleki öğretimden herkes yararlanabilmelidir. Yükseköğretim, liyakatlerine göre herkese tam eşitlikle açık olmalıdır” demektedir. Eğitim; “Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme”sinde, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”nde ve Anayasada da bir insan hakkı olarak ifade edilmiştir. Bireyin eğitim hakkı devlete yükümlülük getirmektedir. Her birey, eğitim hakkını kullanmak için gerekli koşulları sağlamasını devletten isteyebilir. Devlet eğitim fırsat ve olanaklarını vatandaşlarına eşit bir biçimde sağlamakla yükümlüdür. 1739 sayılı Temel Eğitim Yasası’nda yer alan 14 ilkeden biri “Eğitimde fırsat ve imkân eşitliği”dir. Ülkeyi yönetenlere ekonomik durumu uygun olmayan bireylerin de nitelikli eğitim hakkına kavuşması için burs, parasız yatılılık, öğrenci yurdu vb. olanaklar sağlamasını emreder. ‘Ödeyebilenlere eğitim’ verilmesi anlayışı, ‘eğitim hakkı’nın çiğnenmesidir. Küreselleşmekte olan ekonomik güç, yeniden yapılanma amacıyla devletin küçültülmesi, kamu harcamalarının, sosyal harcamaların azaltılması ödeme gücü olmayanların eğitim hakkının çiğnenmesine neden olmaktadır. Son 40 yılda önceleri yavaş yavaş, son yıllarda hızla Türkiye’de bireylerin ekonomik yeterlik düzeyi farklılığına paralel olarak eğitim alanında da eşitsizlikler artmış, ekonomik düzeyi düşük ailelerin çocukları hemen her kademede eğitime ulaşamaz olmuştur. Okulöncesinden (okullaşma oranı %39, çoğu özel sektörün) başlayarak her öğretim kademesinde çağ nüfusunun en temel hakkı olan eğitim hakkı ihlal edilmektedir. 2012’de 4+4+4 yapılanmasından sonra milyonlarca çocuk çeşitli nedenlerle okul dışına atılmıştır. Kimileri çocuk işçi, kimileri cemaatlerin elinde köle, kız çocukları birilerinin imam nikâhlısı olmuştur. Sağlık, yoksulluk vb. nedenlerle örgün eğitimden yararlanamamış okul yaşını geçmiş kişiler için yapılandırılan açık ortaokul ve açık lisede okul çağındaki kaç çocuğun kayıtlı olduğu resmi kayıtlardan tam olarak öğrenilememektedir. Araştırma verileri milyonlarca çocuğun cemaatlerin elinde olduğunu yazmıştır. Çocuklarımız cemaatlerin kurumlarında çıkan yangınlarda yanıyor, ölüyor, istismara uğruyor, kindar, dindar ve cumhuriyet düşmanı olmaları yönünde dönüştürülüyor. Devlet ihtiyacı karşılayacak okul öncesi kurum açmadığı, özel okulöncesi kurumlar pahalı olduğu için özellikle alt sosyo-ekonomik düzeydeki aileler çocuklarını cemaatlerin okullarına vermektedir. Kamu okullarda uygulanan programların, parasız dağıtılan ve okutma zorunluluğu getirilen ders kitaplarının bilime aykırılığı, zorunlu ve zorunlu seçmeli(!) din derslerinin bilim dışılığı, akıl dışılığı başka bir yazının konusudur. Bir Eğitim Programları ve Öğretim bilim insanı olarak 2005 yılından beri çok sayıdaki meslektaşlarım gibi bu konuları yazmakta, çeşitli toplantılarda, medyada ve eylemlerde haykırmaktayım. (dgozutok.org) Yazılıyor, çiziliyor, araştırılıyor, mitingler, paneller, konferanslar yapılıyor ama ne yazık ki özellikle yoksul aile çocukları kurtarılamıyor.
Uygulanmakta olan Eğitim politikalarının sürdürülmesi durumunda Mustafa Kemal’in örgütleyip savaşarak kurduğu, dünyada özgürlük mücadelesi vermekte olan ülkelere örnek olmuş hür ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti ne yazık ki bu özelliğini kaybeder.
Eğitim hakkının bir insan hakkı olarak gerçekleştirilmesi için kamusal ve çağdaş bir anlayışla planlanması ve uygulanması zorunludur. Bu hakkın para ile alınıp satılan bir biçime dönüşmesi, parası olana verilmesi onu hak olmaktan çıkarır. Eğitim, satın alabilecek toplumsal sınıfın yararlanabildiği bir ayrıcalık haline gelir. Bu ayrıcalık da eşitsizliği körükler, eğitimden yararlanabilenler zenginleşirken, eğitim hakkı çiğnenen kesim yoksullaşır. Eğitim hakkını kullanamayanlar diğer haklarını da talep edemezler, kullanamazlar. Toplumda büyüyen eşitsizlik, ahlaki sorunları ortaya çıkarır.
Savaş meydanlarında verilen parlak zaferlerin ardından, hatta henüz savaş sürerken cepheden gelerek Maarif Kongresi’ni yöneten Mustafa Kemal o zaferlerin yaşayacak sonuçlar vermesinin ancak irfan ordusu ile kazanılacağını vurgulamıştır. “Eğitimdir ki bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder” özdeyişi doğrultusunda müthiş bir eğitim seferberliği ile 15 yılda bütün ülke ve vatandaşlar bilime, çağdaşlığa doğru dönüştürülmüştür. Eğitim kıt olanaklarla ülkenin en uç yerlerine kadar ulaştırılmaya çalışılmıştır. Her bilim ve sanat alanında dünyadakilerle boy ölçüşecek insanlar yetiştirilmiştir.
1950’de çok partili yaşama geçilmesiyle eğitim alanında yapılan devrimler birer ikişer tırpanlanmaya başlanmıştır. Köy Enstitüleri, Halkevleri, Halkodaları kapatılmış, benzer çabalar durdurulmuştur. Her kademe ve program türünde bu gericileşme zaman zaman yavaşlatılsa, olumlu uygulamalar yapılsa da özellikle son 20 yıldaki değişikliklerle Öğretim Birliği Yasası’nın uygulanmadığı, eğitim sisteminin 1739 Sayılı Temel Eğitim Yasası’nda belirtilen “Türk Milli Eğitiminin Amaçları”na hizmet etmekten uzak olduğu söylenebilir, (Bu konuda eğitim programlarını iptal eden Danıştay kararları vardır.) Eğitim alanında hizmet veren öğretmenlerin, bilim insanlarının, demokratik kitle örgütlerinin çabaları, dirençleri bu gericileşme uygulamalarını yavaşlatsa da tam olarak engellemeye yetmemiştir.
Cumhuriyetle birlikte, Mustafa Kemal’in “Eğiticiden mahrum bir millet, henüz bir millet adını alma yeteneği kazanmamıştır”, Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir” ve daha birçok özdeyişi uyarınca Türkiye Cumhuriyeti, her kademede, köyde, şehirde, örgün ve yaygın eğitimde hizmet verecek öğretmenler için çeşitli öğretmen eğitimi modelleri geliştirilmiştir. “İlk Muallim Mektepleri”, “Köy Muallim Mektepleri”, “Köy Enstitüleri”, “İlköğretmen Okulları”, “Yüksek Öğretmen Okulu”, “Eğitim Enstitüsü”. “Mesleki ve Teknik Kız ve Erkek Öğretmen Okulları” “Musiki Muallim Mektebi”, yaygın eğitime öğretmen yetiştiren iki yıllık “Kadın ve Erkek Meslek Yüksek Okulları”, “Köy Kadınları Öğretmen Yetiştirme Merkezleri” bu modellerin en önemlileridir. Öğretmen eğitimine alınacak adaylar çok sıkı elemelerden geçirilirdi. Mezun olacağı okulundaki öğretmenlerin kurul kararıyla “bu öğrencimiz ahlaken öğretmen olmaya uygundur öğretmen okuluna başvurabilir” onayı ile sınava başvurabilirdi. Çoğu parasız yatılı olan öğretmen okulları yazılı ve sözlü sınavlarla öğrencilerini seçerdi.
1970’li yıllarda MEB’in kararıyla YAYKUR, Mektupla Öğretim ve Gece Öğretimi uygulamaları öğretmen eğitiminde nitelik düşmesine neden olmuştur. 1982’de öğretmen eğitimi YÖK’e devredilmiş, yılların donanımını yok sayan antidemokratik kararlarla öğretmenlik mesleği hırpalanmıştır. Yeterli öğretim elemanı olmayan Eğitim Fakülteleri açma, ihtiyaç belirlemesi yapmadan kontenjan belirleme, öğretmenlik formasyonu olmayanları atama, paralı öğretmenlik sertifikası verme, ücretli, sözleşmeli ve vekil öğretmen atama, uyduruk sınavlarla kariyer basamakları belirleme, her üniversite öğrencisine istemesi halinde on-line ya da yüz yüze öğretmenlik sertifikası programına katılma hakkı gibi akıl dışı ve bilim dışı uygulamalar açık bir yıkım projesi olarak tanımlanabilir.
Yükseköğretimde 10 yılı MEB’e, 35 yılı YÖK yasasına bağlı olarak iki kamu üniversitesinde toplam 45 yıl hizmet verdim. Bütün zorluklara karşın mesleğimi coşkuyla, severek yaptım. Fakültenin bazıları öğretim alanıyla ilgisi olmayan, bazıları alanın uzmanı olan Dekanlarım oldu. Kurumuna, öğretim alanına, fakültenin fiziksel yapısına, psikolojik atmosferine, kadrosunun geliştirilmesine katkılar sağladılar. Bu gün Eğitim Bilimleri alanında ve öğretmen eğitiminde niteliğin zerresi kaldıysa bu yöneticilerin ve öğretim kadrosunun katkısı büyüktür.
Zaman zaman gerçekte hak etmediği halde üniversitelerde yönetim görevlerine getirilen sözde bazı bilim insanları ne yazık ki tırpanlanma sürecine katkı vermiştir. Hak etmedikleri makamı korumak, makamın olanaklarını kullanmak için üst yönetimin yasalara ve bilime aykırı emirlerini karşılayarak ya da onlar gibi düşündüğü izlenimi vermek için kurumuna da demokrasi ilkelerine de zarar vermişlerdir. Ne yazık ki bir milletvekili velinin yasaya aykırı isteklerini yerine getirmek için yönetmelikte değişiklik yaptıran, üniversitede hiç İnkılap Tarihi, Eğitim Tarihi öğretim üyesi yokmuş gibi Atatürk’ü anma gününde konferans vermesi için Din Felsefesi profesörünü davet eden, yasaya aykırı emri elemanının haklarını korumadan uygulayan, KHK ile işine son verilen meslektaşları binayı terkederken odasına kapanan Dekanları, “Türkiye’nin ilk kadın vaiziyim!” diye övünen İlahiyat profesörüne üniversite açılış dersi verdiren, Atatürkçüyüm diye seçilip göreve geldiğinde “Atatürkçü Düşünce Kulübü”ne üye olan öğrencilerin velilerine ‘çocuklarınız yanlış şeyler yapıyor!’ diye mektup yollatan Rektörler yaşadık. Bütün bu hırpalanmalara, zaman zaman bazı öğretim elemanı ve idari personelin üniversite dışına atılmasına, kadro verilmemesine, akademik yükseltilmelerine engel olunmasına karşın bu gün üniversitelerimizde alanında dünya ölçüsünde çalışmalar yapan muhteşem bilim insanlarımız vardır. Cumhuriyet’in yetiştirdiği bu bilim ve sanat insanları yetiştirdikleri “fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli öğrencileri ile üniversiteleri de ülkeyi de düşürüldüğü bu durumdan kurtaracaklarına ümidim tamdır.
Öneriler:
- Bütün öğretim kademelerini ve türlerini kapsayan “Eğitim Reformu” yapılmalıdır. Bu reformun planlayıcıları bilimsel erkini kanıtlamış, laik, demokratik, çağdaş eğitime inanan, antiemperyalist ve vatan sever kişilerden oluşturulmalıdır.
- Eğitim sistem, sınav temelli olmaktan kurtarılmalı, öğrenme temelli olmalı, okulöncesinden başlatarak 21.Yy. becerilerini kazandıracak biçimde yapılandırılmalıdır.
- Üniversitelere, öğretmen eğitimine öğrenci kabulü bilimsel, akılcı ve adil bir yapıya kavuşturulmalıdır.
- Vakıf üniversiteleri kamulaştırılmalıdır.
- 5)Kamu üniversiteleri köklü üniversitelerin bünyesine alınarak sayıları azaltılıp nitelikleri yükseltilmelidir.
- Yükseköğretim a)Akademik b)Sanatsal c)Teoloji olarak gruplanabilir. Eğitim Üniversitesi yapılandırılabilir.
- Öğretim üyesi yetiştirme koşulları iyileştirilmelidir.
- KHK’larla üniversitelerden ihraç edilenlere hakları teslim edilmelidir.
.