Prof. Dr. F. Dilek Gözütok
Bu yazı Bilim ve Sosyalizm Dergisi Eylül 2022 sayısında yayınlanmıştır.
Eğitimin Gelişimi
İlk çağlardan beri canlılar deneme yanılma yoluyla ya da içgüdüsel olarak edindikleri birikimleri diğerlerine, özellikle de dünyaya getirdiklerine kazandırma gayreti içinde olmuşlardır. Hayvanlar ötmeyi, uçmayı, avlanmayı, kendini korumayı, temizlenmeyi, insanlar önceleri yaşam becerilerini, daha sonraları zekâlarını kullanarak ürettiklerini ya da inandıklarını diğerlerine, özellikle de çocuklarına öğretmişlerdir. Eğitimin bilim alanı olması eğitimin varlığı kadar eski değildir. Çok uzun yıllar insanlar, baskı uygulayarak bilgileri bireylere öğretebileceklerine inanmışlardır. Alan yazında ABD’de bazı eski okul binalarında öğrencileri kamçılama yeri bulunduğu, çocukların içinde şeytan olduğu ve döverek şeytanın çıkarılabileceği yer almaıştır. Osmanlı eğitim sisteminde falaka, Türk eğitim sisteminde çeşitli fiziksel, psikolojik şiddet uygulamalarının varlığı öykülere konu olmuş, bilimsel araştırmalarla uygulanan şiddet türleri ve etkileri belirlenmiştir (Gözütok.2008.s.26) Bir anayasal hak olan nitelikli eğitim hakkının devlet tarafından çocuklara sağlanmaması da şiddettir.
Uzun yıllar içinde, bilginin ve uygulama alanlarının artması, bunların ne kadarının, neden ve nasıl öğretilmesi gereği konusu ve yapılan çalışmalar sonucunda her bireyin farklı özelliklere ve algı düzeyine, ilgisine, yeteneğine sahip olduğunun anlaşılması, öğretimin hangi özellikteki kişiler tarafından yapılmasının anlaşılması eğitimin bir bilim alanı olmasında önemli rol oynamıştır. 17., 18. ve 19.yy.’larda ABD ve Avrupa’da psikoloji, fizyoloji, antropoloji, felsefe ve daha birçok alanda çalışma yapanlar kendi çocuklarının ve yoksul çocuklar için kurdukları eğitim ortamlarındaki çocukların özelliklerini, öğrenme biçimlerini incelemişler, yaptıkları deneysel çalışmaları yazarak dünyanın birçok ülkesine yayabilmişlerdir. (Neumann, Thorndike, Jean-Jacques Rousseau, Johann Basedow, Pestalozzi, Herbart, Froebel, Dewey, Maria Montessori eğitim bilimlerinin önde gelenleridir Varış.1991)
Pestalozzi kendinden önce yapılan çalışmaları da değerlendirerek çocuğun gelişim özelliklerini incelemiş, öğretim yöntemlerini bireyin gelişim özelliklerine uydurma gereğini ilk defa vurgulamıştır. Keşfetme, laboratuvar deneyleri yapma, ispatlama yöntemlerini keşfetmiştir. Öğretim araç gereçleri kullanma Pestalozzi ile başlamıştır. O yıllarda Osmanlı yönetiminde olan Selânik’de açılan Şemsi Efendi İlkokulu Pestalozzi’nin yöntemlerini uygulayan (Mustafa’ya öğretmeni tarafından Kemal adının verildiği) ilk modern okuldur.
Bilimde ve teknolojide hızlı değişme ve gelişmeler her alanda olduğu gibi eğitim alanında da kendini göstermiştir. Yapılan çalışmaların deney va incelemelerle derinleştirilmesi eğitim biliminin gelişmesine büyük katkılar sağlamıştır. Toplumun sosyal, kültürel, politik ve ekonomik yönden kalkınmasında ve bireylerin kendilerini gerçekleştirmelerinde önemli bir role sahip olan eğitim sistemininin, üç temel öğesi vardır. Bunlar; öğrenci, öğretmen ve programdır. Eğitim sisteminde yapılan düzenlemeler, öğrenci özelliklerini dikkate alan programlarda yer aldığı ve öğrenen davranışına yansıtılabildiği ölçüde anlam kazanır. Eğitim programları ulaşılacak amaçları (hedefleri), bu amaçlara (hedeflere) ulaşabilmek için seçilecek ve belli ilkelere göre düzenlenecek içeriği, uygulanacak yöntemleri, destekleyici araç-gereçleri, amaçlara (hedeflere) ne kadar ulaşılabildiğini gösteren değerlendirme ölçütlerini kapsamaktadır.
Bu gün bilim ve teknolojide ilerlemiş, uluslararası ölçme ve değerlendirme sonuçları ilk sıralarda olan ülkeler, Eğitimde Program Geliştirme bilim alanının ilkelerine, yöntemlerine uygun olarak geliştirdikleri program modellerini uygulayarak keşifler ve icatlar yapmaktalar. Türkiye’den çeşitli nedenlerle bu ülkelere giden ve çok çeşitli alanlarda çalışan yurttaşlarımız da çalışmaları ile Türkiye’ye gurur yaşatmaktadır.
Türkiye’de Program Geliştirme Çabaları
Program geliştirme çalışmalarına henüz Cumhuriyet ilân edilmeden başlanmıştır. 3 Mayıs 1920’de “Maarif Vekâleti” kurulmuştur. 15.7.1921’de yapılan Mustafa Kemal’in savaş alanından gelerek katıldığı l. Maarif Kongresi’nin gündeminde İlkokul programının düzenlenmesi, ilkokulların öğrenim sürelerinin yeniden belirlenmesi, köy öğretmeni yetiştirilmesi için köy öğretmen okulu açılması, ortaöğretim kurumlarının programları, dersleri ve konuları yer almıştır.(Cicioğlu, 1985,s,31). Bakanlık 1922’de ilk ve ortaokullar için program hazırlamış ve eleştirileri almak üzere eğitim çevrelerine göndermiştir. Bu programlarda dersler “çevre” ve “ihtiyaç” temellidir ve “toplu öğretime” giden bir görüş benimsenmiştir (Binbaşıoğlu, 1995, ss.197-198).
3 Mart 1924’de “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” ile tüm öğretim kurumları Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde toplanmış ve uygulanmakta olan programlar üzerinde kapsamlı değişiklikler yapılmıştır. Türkiye’de program geliştirme çalışmaları yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim ve öğretim anlayışı, ihtiyacı ve şartları düşünülerek “1924 İlkmektep Müfredat Programı” ile başlamış, daha sonra ortaöğretim programlarına ışık tutmuştur. 1924 programı iki yıl uygulamada kalmıştır. 1926’da ülkenin ihtiyaçlarına, çocukların özelliklerine ve dünyadaki ileri eğitim ve öğretim anlayışına dayanarak “1926 İlkmektep Müfredat Programı” hazırlanmış, on yıl uygulamada kalmıştır.
1930’da “Köy Mektepleri Müfredat Programı” hazırlanmış, 1939-1940’da “Köy İlkokul Programı Projesi” uygulamaya konulmuştur. Köy hayatı ile ilgili uygulamalı derslere ve etkinliklere, Türkçe, Aritmetik, Geometri, Tarih, Coğrafya, Yurt bilgisi ve Resim derslerine yer verilmiştir. Bu programı uygulayacak yeni öğretmeni yetiştirme düşüncesi ise Köy Enstitülerini ortaya çıkarmıştır. Kendi yarattığı “Köy Enstitüsü Modeli” ve “Öğretmen Yetiştirme Programları” Cumhuriyet değerlerinin öğretilmesinde ve Program Geliştirme alanında önemli kilometre taşları olmuştur.
Eğitim programlarındaki değişiklikerin özünü laiklik, Batı’ya dönüş ve bilim oluşturmuştur. 1936’da bir önceki program günün ihtiyaçları doğrultusunda yeniden gözden geçirilip, geliştirilmiştir. Bu programda “İlkokulun Hedeferi” başlığını taşıyan ilk bölümde “Ulusal Eğitim” ilkelerine yer verilmiş, “İlkokul Eğitim ve Öğretim İlkeleri” üzerinde durulmuş, bu program 1948’e kadar uygulamada kalmıştır. Bu dönemde programların temel felsefesi, yeni yetiştirilecek nesillere cumhuriyet rejimi ve bu rejimin fazilet ve nimetlerini benimsetmeyi geliştirmek olmuştur. Programlar, millî nitelik taşımaktadır (MEB,1990,s.32). Türk toplumunun ekonomik, politik ve toplumsal yapısı, batı dünyasındaki gelişmelerin etkisi, bilim teknik ve edebiyattaki gelişmeler, yabancı uzmanların görüşleri ve Atatürk’ün eğitim anlayışı, cumhuriyet dönemindeki eğitim anlayışını etkilemiş ve geliştirmiştir (Sönmez, 1991,s.138).
1948 programında, Millî Eğitimin Amaçları; “İlkokul Eğitim ve Öğretim İlkeleri”, ve açıklamalar yapılmıştır. Bu çalışmalar sonucunda masa başında hazırlanan ders adlarını ve konu adlarını belirleyen “müfredat programı” anlayışı 1950’lerden sonra yerini “eğitim programı” anlayışına bırakmıştır. 1952‘de Türkiye’ye gelerek köy okullarında incelemeler yapan Woford’un ve Dewey’in hazırladığı raporların da yönlendirmeleriyle program geliştirme çabaları daha sistematik hale getirilmiştir. 1948 programının yenilenerek deneme okullarında uygulanıp yaygınlaştırılması kararlaştırılmıştır (MEB,1997,s.20). Bu karar, Türkiye’de çağdaş program geliştirme anlayışının uygulamaya konduğunun göstergesidir (Demirel, 1999; Varış, 1996). Eğitimde Program Geliştirme ilkelerine uygun olarak 6 yıl süren “1962 Program Taslağı” Bakanlıkça izlenmiş, kontrol edilmiş, değerlendirilmiş ve “Geliştirilmiş İlkokul Program Taslağı” hazırlanmıştır (Gözütok,1994,s.7). Ardından 120 kişilik uygulayıcı, eğitimci, uzman ve yönetici tarafından “İlkokul Programı Değerlendirme Semineri”nde de incelenmiş, bazı değişiklikler yapıldıktan sonra Talim ve Terbiye Kurulu tarafından 1 Temmuz 1968 gün ve 171 sayılı kararla “1968 İlkokul Programı” olarak kabul edilmiştir(Varış, 1996,s.36). 1968 programı, ünite ve konuların işlenmesinde hazırlık, planlama, ünite ve küme çalışması, araştırma, inceleme, kendi kendine öğrenme, tartışma ve değerlendirme gibi yenilikleri eğitim sistemine taşıması bakımından önemli, “Program Geliştirme Bilim Alanı” ilkelerine uyularak hazırlanan çağdaş bir programdır.
1968’de Fen Lisesi ilk iki yılında okutulan fen ve matematik öğretim programlarının üç öğretim yılında okutulması ile ilgili pilot uygulama BAYG-E-14 projesi adı altında başlatılmış ve bu proje 1970 yılında tamamlanmıştır. Pilot uygulama sırasında ders kitapları ve araç gereçlerin hazırlanması, ortam düzenlemesi ve öğretmenlerin yetiştirilmesi gibi konularda Fen Lisesi laboratuvar okulu olarak görev yapmıştır. Fen Lisesi programlarını geliştirme görevi TÜBİTAK, Millî Eğitim Bakanlığı ve Fen Lisesi tarafından ortak yürütülen BAYG-E-14, BAYG-E-23 ve BAYG-E-33 projeleri ile gerçekleştirilmiştir.
1973’te çıkarılan 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu ile Türk Millî Eğitim Sistemi yeniden düzenlenmiş, ilköğretimin ve zorunlu eğitimin süresi sekiz yıla çıkarılmış, ancak uygulamada 1998’e kadar gerçekleştirilememiştir.
Ülkedeki sağ-sol çatışmaları vb. nedenlerle yavaşlatılan program geliştirme çalışmaları 1980’li yıllarda tekrar ağırlık kazanmıştır. Millî Eğitim için bir program geliştirme modeli oluşturmak amacıyla üniversitelerdeki bilim insanlarıyla işbirliği yapılmıştır. “Amaç”, “davranış”, “işleyiş” ve “değerlendirme” boyutları içinde programların derslere göre hazırlanması esası getirilmiştir. Ancak model konusunda bağlayıcı bir karar bulunmaması nedeniyle bazı programlar farklı modellerle hazırlanmıştır.
12 Eylül 1980’de askeri darbe ile yönetimi devralan ekip, hazırlattığı ve halk oylamasına sunduğu 1982 Anayasası’nda 1739 Sayılı Türk Milli Eğitimi Yasası’nın bir ilkesi olan “laiklik” ilkesine aykırı olarak Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersini zorunlu tutmuştur. Üzerinden 40 yıl geçmiş, bu konuda çok sayıda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı alınmasına karşın din dersinin zorunluluğu kaldırılmamış, aksine programa çok sayıda din içerikli seçmeli dersler eklenmiştir.
1986’da 3308 Sayılı Çıraklık ve Meslekî Eğitim Kanunu çıkarılmış, Meslekî ve Teknik Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Merkezi (METERGEM) kurulmuştur. METERGEM, Program Geliştirme, Araştırma ve Planlama, Tasarım Geliştirme, Ölçme ve Değerlendirme, Teknik Yayınlar ve Eğitim Teknolojisi alanlarında çalışmıştır. Sanayi ve hizmet sektörlerinde nitelikli insan gücü yetiştirmeyi amaçlayan meslekî eğitim programlarının geliştirilmesi için Kız Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü, meslekî ve teknik eğitim kurumlarını çağdaş bir yapıya kavuşturmak amacıyla, 1993’de Meslekî ve Teknik Eğitimi Geliştirme (METGE) Projesi’ni başlatmıştır. Kadının bölgesel iş ortamına hazırlanması amacıyla kurulan METGE Projesi 7 ilde pilot, toplam 33 ilde, 57 okulda uygulanmıştır. 2000-2001 öğretim yılından başlayarak Kız Teknik Öğretim okullarında bu program anlayışı yaygınlaştırılmıştır.
Türkiye, öğretmen eğitimi alanında 160 yılı aşan genellikle olumlu, bazen de olumsuz deneyime sahiptir. Bu süre içinde öğretmen eğitiminde çok farklı modeller uygulanmıştır. Köy Enstitüleri, İlköğretmen Okulları, Yüksek Öğretmen Okulu ve Köy Kadınları Öğretmen Yetiştirme Merkezi Modelleri özgün ve olumlu ürün veren modellerden bazılarıdır. 1980’den sonra Yüksek okullarda ders geçme ve kredili sistem benimsenmiş, öğretmen yetiştiren kurumlarda birliğe gidilmiştir. 1982’ye kadar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olan öğretmen eğitimi 2547 sayılı YÖK Yasası ile Yükseköğretim Kurumuna devredilmiştir. Üniversitelerin öğretmen eğitimi konusunda yeterli deneyiminin olmaması, üniversite yönetimlerinin öğretmen eğitimini küçümsemesi, akademik çalışması olmayan (siyasi yandaş) öğretim görevlilerine YÖK’ün Titr dağıtması, öğretmen okulu arazilerinin ve binalarının diğer fakültelere aktarması vb. gibi nedenlerle 1998’e kadar öğretmen eğitiminde gerilemeler olmuştur. 1970’li yılların ilk yarısında iktidarın baskısıyla uygulanan YAYKUR/mektupla öğretmen yetiştirme, gece öğretimiyle, yaz kurslarıyla öğretmen yetiştirme gibi uygulamalar, yüksek öğretmen okullarında sağ-sol çatışmaları nedeniyle sıkıştırılmış öğretim uygulamaları ile zaten öğretmen eğitimi nitelik kaybetmişti. Öğretmen eğitiminin yüksek öğretim kademesine çıkarılması ile iki yıl öğretmen mezun edilememesi sonucunda hiçbir hizmetiçi eğitim ya da öğretmenlik formasyonu verilmeyen üniversitelerin her alanından mezunların öğretmen olarak atanması, eğitimin niteliğinde çökmeye neden olmuştur. Köyden kente göçün durdurulamaması, büyük şehirlerin çeperlerindeki okullarda kalabalık sınıflara, ikili hatta üçlü öğretime, bu da eğitimde nitelik düşmesine neden olmuştur.
1990’da toplanan Ölçme Değerlendirme ve Program Geliştirme İhtisas Komisyonu raporunda Ders Geçme ve Kredili sisteme geçilmesini uygun bulmuştur. 2 Ağustos 1991 tarih ve 20979 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Millî Eğitim Bakanlığı’na Bağlı Ortaöğretim Kurumlarında Ders Geçme ve Kredi Yönetmeliği”ni yürürlüğe (DGKS) koymuştur. Sistem; öğrencinin ilgi, istek ve yeteneğine göre yönlendirilmesine, belirli alanlarda yetiştirilmesine ve başarısızlığının değil başarısının değerlendirilmesine olanak sağlamak amaçlarına hizmet etmektedir. Öğrenciyi merkeze alan Ders Geçme ve Kredili Sistem’in pilot uygulama yapılmadan yaygın bir şekilde uygulanmaya konulması, alt yapı yetersizlikleri, eğitimciler ve veliler tarafından yeteri kadar anlaşılamaması vb. nedenlerle politikacıların değerlendirmeye dayanmayan kararları ile uygulamadan kaldırılmış ve 1995-1996 öğretim yılında itibaren de kademeli olarak “Sınıf Geçme” sistemi yeniden uygulamaya geçirilmiştir.
Millî Eğitim Bakanlığı’nda program geliştirme çalışmaları 1990’da Dünya Bankası desteğindeki Millî Eğitimi Geliştirme Projesi ile önemli gelişmeler göstermiştir. Projenin amaçları programları iyileştirmek ve geliştirmek, ders kitaplarının ve öğretim materyallerinin kalitesini yükseltmek ve verimli kullanılmasını sağlamaktır. Bu proje kapsamında 1993’te kurulan Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Dairesi (EARGED) tarafından yeni bir program modeli geliştirilmiştir. Bu modele göre oluşturulan program geliştirme komisyonunda, üniversite öğretim elemanları, program geliştirme uzmanları, okul yöneticileri, branş öğretmenleri, eğitim psikoloğu, sosyoloğu ve ekonomisti ve Millî Eğitim Bakanlığı’ndan ilgili temsilciler yer almışır(Yıldırım, 1994, s.158). Komisyon yaptığı ihtiyaç analizine dayalı olarak genel hedefleri, özel hedefleri, içeriği, öğretim yöntem ve araçlarını ve değerlendirme yöntemlerini belirler, belirtke tablosunu hazırlar. Modele göre hazırlanan program, pilot okullarda denenir, gerekli düzeltmeler programa yansıtılır, öğretmen ve yöneticilere hizmet içi eğitim verilir, program yaygın olarak uygulanır ve değerlendirilir. (Ancak o yıllarda politik nedenlerle liyakata dayanmayan atamalar başlamış, eğitim alanında donanımı olmayan politik kişiler Daireye başkan ve yardımcı yapılmıştı.)
1994’de MEB Millî Eğitimi Geliştirme Projesi’nin amaçlarına ulaşması için MEB yedi coğrafi bölgeden 23 ilde, her düzeyde (İlkokul, İlköğretim Okulu, Ortaokul, Lise, Anadolu Lisesi ve Anadolu Öğretmen Lisesi) toplam 208 okulu Müfredat Laboratuvar Okulu olarak (MLO) belirlemiştir. MLO’lar öğretim ve öğrenmeyi destekleyen materyaller ile birlikte öğretim programlarının alanda denendiği pilot okullardır (MEB, 1998a). MLO ile gelen en önemli yenilik, geliştirilen programların bu okullarda denenmesi, değerlendirilmesi ve geliştirilmesidir.
1995’de Millî Eğitim Müdürlüklerine program geliştirme çalışmalarını yürütebilmeleri için yetki verilmiş ve “Millî Eğitim Müdürlükleri Program Hazırlama ve Geliştirme Komisyonları Çalışma Yönergesi” 2428 Sayılı Tebliğler Dergisi’nde yayımlanarak yürürlüğe konmuştur. Bu yönetmelik doğrultusunda Ankara iline bağlı merkez ilçelerinden Altındağ, Çankaya, Gölbaşı, Keçiören, Mamak ve Yenimahalle olmak üzere altı ilçe, pilot uygulama kapsamına alınmış ve bu ilçelerin bünyesinde program geliştirme, ölçme-değerlendirme uzmanları ve rehber öğretmenlerin bulunduğu program geliştirme komisyonları kurulmuştur. Daha sonra pilot uygulama kaldırılarak bu yetki tüm Millî Eğitim Müdürlüklerine verilmiştir. Önceleri Ankara ili dışında program geliştirme çalışmalarını yapacak komisyonlar kurulamamıştır. Ancak Ortaöğretim Genel Müdürlüğü’nün istek ve talimatları sonucunda 11 ilde (Antalya, Ankara, Adana, Aydın, Bursa, Eskişehir, İçel, İstanbul, İzmir, Konya, Samsun) program geliştirme komisyonları kurulmuştur.Bu komisyonların ülke genelinde yaygınlaştırılmasıyla programların yerel şartlara daha iyi uyum sağlayacağı düşünülmüştür.
1996’da toplanan XV. Millî Eğitim Şûrası’nın eğitim tarihinin en önemli kararlarından biri, 1973 yılında çıkarılan Temel Eğitim Yasasında yer almasına karşın uygulanamayan “Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitimin Uygulanması” kararının alınmasıdır.
1997’de Dünya Bankası’nın katkılarıyla Yüksek Öğretim Kurulu üniversitelerde öğretmen yetiştirme programlarının yeniden yapılandırılmasına dönük bir proje başlatmıştır. Bu proje kapsamında öğretmen eğitiminde akreditasyon ve nitelik geliştirme çalışmaları yapılmıştır. İhtiyaç analizlerine dayalı olarak yeni eğitim fakülteleri açılmış, kontenjanlar üzerinde çalışılmıştır. Sekiz yıllık kesintisiz zorunlu ilköğretime ve liselere öğretmen yetiştirmek üzere yeni modeller uygulanmıştır. Dört- beş yıllık eğitim fakültesi programlarının yanı sıra tezsiz yüksek lisans ile öğretmen eğitimi programları geliştirilmiştir.
1999’da toplanan XVI. Millî Eğitim Şûrası’nda Meslekî ve Teknik Eğitim sistemi çalışılmıştır. Meslekî ve Teknik Eğitimin Ortaöğretim sistemi bütünlüğü içinde ağırlıklı olarak yeniden yapılandırılması, okul ve işletmelerde meslek eğitimi ve istihdam, Meslekî ve Teknik Eğitim alanına öğretmen ve yönetici yetiştirme ve finansman konularında kararlar alınmıştır. Meslekî ve Teknik Eğitim, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’yla eğitim sisteminin ayrılmaz bir parçasdır. Meslekî ve Teknik Eğitim hizmetleri örgün ve yaygın meslekî ve teknik eğitim programlarının uygulandığı ortaöğretim ve yaygın eğitim okul ve kurumları ile Çıraklık Eğitim Merkezleri’nde verilmektedir.
Cumhuriyet döneminin eğitim sistemi, genel olarak pragmatik felsefeye ve onun uzantısı olan ilerlemecilik akımına dayanmaktadır. Anayasalar, yasalar ve hükümet programlarında kuramsal olarak ilerlemecilik akımı savunulurken, öğrenci mevcudu fazlalığı, öğretmen sayısının yetersizliği farklı kaynaklardan öğretmen istihdamı, ders araç gereçleri ve donanım yetersizliği, ikili üçlü öğretim yapma zorunluluğu gibi nedenlerle uygulamalar bu doğrultuda olamamıştır. Genelde her dereceli okulda ilerlemecilik değil, esasicilik ve daimicilik temele alınmıştır. Başka bir deyişle, TME sisteminde genellikle öğrenci değil, öğretmen ve konular merkeze alınmış, bilimsel yöntemi kullanan, özgür ve esnek düşünen, demokratik, laik, sosyal adaletçi, sevgi ve saygı dolu vb. özelliklere sahip insan yerine; öğretmenin söylediklerini, kitapların yazdıklarını ezberleyen, bildiklerinin yüzde yüz doğru olduğunu savunan, çekingen, taklitçi, diktacı davranışa sahip, yaşamdan kopuk, skolâstik düşünce sistemi ile donanık kişiler yetiştirilmiştir. Ayrıca sistem kuramsal olarak her kişinin ilgi, yetenek ve istekleri doğrultusunda eğitilmesini savunurken, uygulamada bu özellikler genelde dikkate alınmamış, tersine eleyici bir yaklaşım işe koşulmuştur. Kısaca Cumhuriyet döneminde Türk eğitim sistemi; kâğıt üzerinde pragmatizme göre düzenlenmiş, fakat uygulamada realist ve idealist felsefelere dayanan esasici ve daimici eğitim akımlarını kullanmıştır (Sönmez, 1991, s.139).
Cumhuriyet’in ilk 15 yılında yapılan eğitim atılımı 1950’lere kadar sürmüş, 1950’lerden sonra bir yandan Program Geliştirme bilim alanında olumlu uygulamalar yapılmış, diğer yandan ülkeyi yönetenlerin politik anlayışına paralel olarak laiklik ilkesinin adım adım aşındırılması eğitimin niteliğine zarar vermiştir. Eğitim alanında 2000 yılına kadar yapılan değişmeler, zaman zaman zarar verici olmakla birlikte hiçbir değişiklik 2000’li yıllarda yapılanlar kadar (Köy Enstitülerinin kapatılması hariç) yıkıcı olmamıştır.
2000’den Sonra “Program Geliştirme Bilim Alanı”nın Yok Edilmesi
2000’li yılların başında Türkiye’nin nüfusu 70 milyonu aşmıştı. Nüfusun artışını en az gelir ve en az eğitim düzeyindeki aileler hızlandırmıştır. Okuma yazma bilmeyen kadınlar ortalama 5-6 çocuk sahibi olurken, yüksek öğrenimli kadınlar ortalama 1-3 çocuk sahibidir. Bu bulgu, Devletin eğitime daha çok yatırım yapmasını gerektirmiştir. 2000 yılında kadınların %79,3’ü okuma yazma biliyorken, 2005 yılında bütün nüfusun okuryazar oranı %88,3 olmuştur (www.tüik.online-1.gov.tr). 1997’de zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılması ile özellikle kızlarda 6. sınıfa kayıt oranı hızla artmıştır. İlköğretimin sekiz yıla çıkarılması sonucunda 2010-2011 öğretim yılında 6, 7 ve 8. sınıf çağ nüfusu okullaşma oranı %113,7 olmuştur (Uluğbay, 2012). 2004’de çocuğunu zorunlu eğitime yollamayanlara verilecek hapis cezasının kaldırılması ile özellikle kız çocuklarının okullaşma oranı düşmüştür.
Uluslararası düzeyde yapılan TIMSS, PISA ve PIRLS gibi sınavlarda OECD ülkeleri içinde son sıralarda yer almak yeni programların hazırlanmasına gerekçe gösterilmiştir. Dünya Bankası Projesi kapsamında bilimsel yöntemlerle geliştirilen ve yaygınlaştırılan 1998 Hayat Bilgisi ve 2000 Fen ve Teknoloji programları değerlendirilmeden 2002’de iktidara gelen AKP iktidarının Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 2004’te 1-5. sınıfarın Hayat Bilgisi, Türkçe, Matematik, Sosyal Bilgiler, Fen ve Teknoloji ders programları hazırlanmıştır. 2004-2005 öğretim yılında 9 ilde 120 pilot okulda denenmiş, deneme devam ederken ders kitapları yazdırılmış ve 2005-2006 öğretim yılında Türkiye genelinde 1 ve 5. sınıfların tamamında uygulamaya konmuştur. 2005-2006’da uygulamaya konulan Hayat Bilgisi 1-2-3 ve Türkçe 1-2-4-5. sınıf programları, Türk milli eğitiminin amaçlarına ve ilkelerine hizmet etmemesi, ulusal değerleri ve demokrasi kültürünü geliştirmede zayıf olması gerekçeleri ile (Türk eğitim tarihinde ilk kez bir öğretim programı) Danıştay tarafından iptal edilmiştir. Ancak MEB 3-5 cümle ekleyerek aynı programı 2009 programı diye uygulamaya koymuş, ders kitapları ve diğer araçlarda hiçbir değişiklik yapmamıştır.
Program Geliştirme bilim alanının ilkelerine uygun olarak hazırlanmamış, bir reform yapıldığı iddiasıyla sunulan beş sınıfın programının aynı anda uygulamaya konulması yanlıştı. 6, 7, ve 8. sınıf programları birer yıl pilot uygulamadan sonra üç yılda yaygınlaştırılmıştır. 2005-2006’da uygulanmaya başlanan ilköğretim programları ile, eğitim sisteminde öğretmen merkezli öğretimden, öğrenci merkezli öğretime, davranışçı öğrenmeden yapılandırmacı öğrenmeye geçildiği, bireysel farklılıkların, çoklu zekâ kuramının dikkate alındığı belirtilmektedir. Programlarda dünya ile entegrasyon sağlandığı ve AB standartlarının dikkate alındığı söylenmiştir. Derslerin hepsinde, eleştirel düşünme, yaratıcı düşünme, araştırma, iletişim, problem çözme, bilgi teknolojilerini kullanma, girişimcilik, Türkçeyi doğru, etkili ve güzel kullanma becerilerinin geliştirilmesine yer verildiği yazılmıştır. İlköğretim programlarına spor kültürü ve olimpik eğitim, sağlık kültürü, rehberlik ve psikolojik danışma, kariyer bilinci geliştirme, girişimcilik, afet ve güvenli yaşam, özel eğitim, insan hakları ve vatandaşlık olmak üzere sekiz ara disiplin yerleştirilmiştir. Programda kazandırılması gereken beceri olarak belirtilen “girişimcilik”, aynı zamanda ara disiplin olarak da nitelendirilmiştir. 2005 öğretim programı öğrenme ürünlerinin yanı sıra öğretim süreçlerinin de ölçülmesini ve değerlendirilmesini önermektedir. Yazılı ve sözlü sınavlara ek olarak, gözlem, öz değerlendirme, akran değerlendirme, performans değerlendirme ve dereceli puanlama anahtarı gibi araçlara örnek formlar içermektedir.
2005 yılından önceki eğitim programlarında ara disiplin kavramı yoktu. İlk beş sınıfa bütün derslerin konularının birbiriyle uyum sağlaması gereken “odak ders/mihver ders” kavramı vardı. “Bazıları da özel alan bilgileri gerektiren ara disiplinleri, derslerinde nasıl öğretecekleri konusunda öğretmenler yetersiz kalmışlardır.” (Gözütok ve Alkın, 2008; Taş, 2010). Program kılavuzunda bu sekiz ara disiplinin neden seçildiği konusunda bir açıklama yoktur. Öğretim programı hazırlanmadan önce bilimsel yöntemlerle bir ihtiyaç analizi çalışması da yapılmamıştır. Programın hazırlanma aşamasında bazı kaynakların incelendiği, öğretmenlerin görüşlerinin alındığı ve bazı ülkelerin programlarının incelendiği belirtilmiştir. Programın hazırlanma aşamasında 4 Mayıs 2004’te Ankara Başkent Öğretmenevi’nde yapılan toplantıda program tartışılmıştır. “Bu toplantıya Program Geliştirme alanında birikimli üniversiteler yerine Açık Toplum Enstitüsü (Soros), Sabancı Üniversitesi ve Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV)’in oluşturduğu Eğitim Reformu Girişimi (ERG) katılmıştır” (Canerik, 2006, 141).
2003 yılında Tarih Vakfı ve Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA)’nın, Soros’un Açık Toplum Enstitüsü’nün parasal desteği ile yaptığı Ders Kitaplarında İnsan Hakları Projesi (DKİHP) gerçekleştirilmiştir. Bu proje ile “geleceğin Türkiye’sinin ihtiyaç duyduğu kuşakları yetiştirme” (Silier, 2003, XIII) amaçlanmıştır. Proje kapsamında incelenen ders kitaplarında vatan, millet, Mustafa Kemal, askerlik, vatan sevgisi, ulusallık vb. kavramlar insan haklarına aykırı olarak değerlendirilmiştir (Çotuksöken, Erzan ve Silier, 2003). Bu veriler birleştirilince 2005 programlarında ulusal değerleri öğretmeye neden yer verilmediği anlaşılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti ulusal eğitim programları cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak yurttaşlara ulusal değerleri kazandırmayı hedeflemiştir. Bütün programlar bilimsel ilkeleri temele alarak, Atatürk ilkelerini ve Türk devrimlerini yurttaşlara öğretmeyi esas almıştır. İlk kez 2005 programları bu konuda ciddi eleştiriler almıştır. Eleştiriler üzerine programa “Atatürkçülük Konuları” başlıklı bir ekleme yapılmış ama sonradan yapılan bu eklemeler de konularla sağlıklı olarak kaynaştırılamamıştır. ERG (2005) yaptığı değerlendirme çalışmaları sonucunda programla ilgili “Bazı derslerin programı ABD, İrlanda, Kanada ve Singapur programları ile paralellik göstermektedir. (Örn: İrlanda “ Social, Environmental and Scientific Education” ve Kanada “Science and Technology” konuları neredeyse çeviri denecek kadar benzemektedir.) değerlendirmesini yapmıştır (ERG, 2005, ss.4-8).
Eğitim Programları ve Öğretim Alanı Profesörler Kurulu yazdığı değerlendirme raporunda “2005 Programı kapsam olarak Türkiye’nin felsefe, gereksinim ve yaşantılarından kaynaklanmamaktadır. Program geliştirme birikimleri göz ardı edilmiştir. Bilimsel dönütlerden yararlanılmamıştır. Başka ülkelerin programlarının uyarlanması tercih edilmiştir. Deneme uygulaması zaman ve kapsam açılarından yetersizdir. Program öğretmenlere anlatılamamıştır. Program geliştirme alanının uzmanlarından yararlanılmamıştır. Programların hazırlanmasında hükümete yakın alandışı kişier görev almıştır” (EPÖ,2005,ss.3- 8) demektedir.
Bilimsel araştırma bulguları, “Önerilen öğretim yöntem, teknik ve stratejilerin öğretmenler tarafından sınıflarda uygulanmasında ciddi sorunlar yaşandığı yönündedir”(Uysal, 2010). Program geliştirme bilim alanının ilkelerine uyulmadan hazırlanan 2005 öğretim programlarında Türkiye’de “küreselleşme övgüyle, ulus ve ulusalcılık yerden yere vurularak anlatılmaktadır. Bu davranış, yani küreselleşmenin Türk ulusunun dilini, tarihini, kültürünü ve varlığını küçümseyerek, hatta aşağılayarak açıklama, maalesef Milli sözcüğü ile başlayan Milli Eğitim Bakanlığı çevrelerinde de gözlemlenmiştir. Eğitimle ilgili çalışmaların referans çevresi hangi küreselleşme sürecini yaşarsak yaşayalım devletin temel nitelikleri ve Atatürk ilke ve inkılâpları olması gereği bu gün için de açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır”(Erdoğan, 2008, s.108) . 2005 ilköğretim 1-5. sınıflar, izleyen yıllarda 6-7-8. sınıfar ve daha sonra hazırlanan orta öğretim programlarının program geliştirme ilkeleri çerçevesinde iç ve dış değerlendirmelerinin yapılması ve geliştirilmesi gerekirken böyle bir çalışma yapılmamıştır. Bu programlardan mezun olanların girdikleri merkezî sınavlardaki başarısızlıkları (okuduğunu anlama, fen becerileri, matematik becerileri vb.) programların değeri/başarısı hakkında bilgi vermektedir. Bir Milli Eğitim Bakanı kamu okullarının %10’unun “nitelikli,” %90’ının “niteliksiz” olduğunu söylemiştir. PISA’da başarısızlık gerekçe gösterilerek değiştirilen programlardan sonra da, 2006’da, 2009’da, 2012’de ve 2015’te de çocuklarımız ne yazık ki yine son sıralarda yer almıştır.
1998’den 2008’e kadar öğretmen eğitimi programlarında zaman zaman bazı yanlış uygulamalar yapıldıysa da genel olarak iyileştirildiği söylenebilir. Öğretmenlik meslek dersleri eğitim fakültelerinde ve tezsiz yüksek lisans programlarında 39 krediye kadar yükseltilmiştir. “2008’den başlayarak yapılan iyileştirmelerden geri adım atılmaya başlanmıştır.” (Eşme, 2009, 5). Bu geri adımlardan biri meslekî ortaöğretim kurumlarına öğretmen yetiştiren eğitim fakültelerinin kapatılmasıdır. İkincisi eğitim fakültesi kontenjanlarının artırılmasıdır. Özellikle fiziksel altyapısı ve öğretim elemanı sayısı yeterli olmayan eğitim fakültelerine kapasite üstü sayıda öğrenci alınmıştır. Üçüncüsü ise çok sayıda eğitim fakültesi mezunu atama beklerken, fen edebiyat fakültesi mezunlarına yalnızca 24 kredilik öğretmenlik formasyonu sertifikası vererek öğretmen olmalarına yol açılmıştır. Büyük çabalarla düzeyi yükseltilen öğretmen eğitimi programları alınan bir politik kararla sertifika düzeyine düşürülmüştür.
Üniversiteye giriş sınavlarında, birçok mesleğe atama ve yükseltme sınavılarnda, öğretmen atamalarında da uygulanan KPSS’de sorular çalınmış, sınavda yüksek puan alanlar mülâkatlarda elenmiş, yerlerine cemaatçi ve iktidar yandaşları atanmış, böylece bir yandan nitelik düşürülürken diğer yandan ahlâkî değerler altüst edilmiştir. Sınav sorusu hazırlamayı beceremeyen, dershane test kitaplarından soru alan, sınav sorularını çaldıran bir yönetim, Mayıs 2022’de sınav yaparak kamuda çalışan öğretmenleri uzman öğretmen, baş(?) öğretmen yapacağı “Öğretmen Meslek Kanunu”nu çıkarmıştır. Lisansüstü Eğitim Yönetmeliği çerçevesinde üniversitelerin ilgili bilim alanlarına sınavla kabul edilen kişilerin, en az iki yıl akademik çalışmalar yaparak başarılı olduğu, tezli ya da tezsiz “Bilim Uzmanlığı” diploması aldığı programlar bireyi uzman yapar. (Son yıllarda daha çok bazı özel üniversiteler bilim uzmanlığı programlarını da para kazanma yoluna dönüştürmüş, sınavsız çok sayıda öğrenci kabul etmiş, verdiği online programlarla nitelik düşmesini hızlandırmıştır) İhtiyaç analizleri yapılmadan 180 saatlik sunumları izleyip/izler görünüp, bütün öğretim düzeyleri ve branşlardaki öğretmenlere sınav yapmada, şaibeli bir yönetimin yapacağı sınavı kazanan ve kazanamayan öğretmen zan altında bırakılacaktır. Bu uygulamanın gerçekleştirilmesi durumunda okullarda öğretmenler, veliler ve yöneticiler arasında ayrışmalar ve çatışmalar yaşanması kaçınılmazdır.
AKP iktidarı 2002’den başlayarak, ülkenin kurtarıcı ve kurucularını aşağılayan ifadeler kullanmış, ulusal değerleri, demokratik değerleri yok etmeyi eğitim programlarına, ders kitaplarına yerleştirmiştir. Andımız okunmasını yasaklamış, milli bayram kutlamalarını sınırlandırmış, kıyafet özgürlüğü söylemiyle öğrencinin okula aidiyet duygusunu yok etmiştir. Hükümet 14.09.2011’de kanun hükmünde bir kararname ile Milli Eğitim Teşkilât Yasası’nda değişiklikler yapmıştır. Bu değişiklik ile bazı birimler kapatılmış, bazı birimler birleştirilmiştir. Asıl önemli olan değişiklik ise Cumhuriyetin Kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ün adının ve ilkelerinin yasadan çıkarılmasıdır. Türk Milli Eğitim Sisteminin amaçlarına ters düşen çeviri ve küreselleşmeci programlarla reform yaptığını iddia eden iktidar, Mart 2012’de çıkardığı bir eğitim yasası ile gerçek yüzünü göstermiştir. Hizmet Vakfının desteklediği bir öğretmen sendikasının iktidara baskı yapması ile sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim 4+4+4 biçimine dönüştürülmüştür. İlkokula başlama yaşı da 72 aydan 60 aya düşürülmüştür. Böylece çocuklar, beş yaşında ilkokula başlayacak, 8 yaşında 4.sınıfı bitirecek, isterse bir yıl Kur-an kursuna, ardından imamhatip ortaokuluna gidebilecektir. İkinci 4’deki öğretim programına Temel Dini Bilgiler, Kur’an-ı Kerim ve Peygamberin Hayatı gibi seçmeli dersler yerleştirilmiştir. Meslek eğitimi adı altında 8-9 yaşında ilk 4 yılı bitiren çocuklar için çok sayıda İmam Hatip Ortaokulu açılmış, meslek liselerinin ortaokulları kapatılmış, birçok akademik lise imamhatip okulına dönüştürülmüştür. 4+4+4 yapılanması ile zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarıldığı, öğrenci isterse açık lise ya da açık ortaokula gidebileceği belirtilmiştir. Açık öğretim kavramı ile zorunlu eğitim kavramının bir arada olamayacağı bile anlaşılamamıştır. Bu gün çok sayıda genç, okul yaşamından uzak yaşamaktadır. Prof. Dr. Esergül Balcı, yaptıkları araştırmaya göre, Türkiye’de çoğunluğu yoksul ailelerden gelen bir milyon kadar çocuğun tarikatların elinde olduğu sonucuna ulaştıklarını belirtmiştir. Hükümetin baskıcı yöntemler kullanarak çıkardığı 4+4+4 yapılanması yasası, eğitim bilimleri akademisyenleri, öğretmen örgütleri ve muhalefet partilerinden sert eleştiriler almış, demokrat eğitim sendikaları yaptıkları protesto eylemlerinde şiddete uğramışlardır. Yasa koyucular zorunlu ilkokula başlama yaşını neden 60 aya indirdikleri, 8-9 yaşındaki çocukları neden meslek seçmeye yönlendirdikleri, laik bir ülkede dinle ilgili dersleri neden arttırdıkları konularında bilimsel ve mantıklı bir açıklama getirememişlerdir. İlk yıl yapılan baskıcı uygulamanın yarattığı sorunlar görülerek Bakan kararı ile okula başlama yaşı 60 aydan 66 aya çıkarılmış, isteyen velilerin 60 aydan başlayarak çocuklarını okula gönderebileceği, çocuğu 66 aylık olan velilerin çocuğunu okula göndermemesi halinde cezalandırılacağı belirtilmiştir. Hiçbir bilimsel gerekçesi olmayan bu değişimin ülkede laik ve demokratik düzeni değiştirmeye dönük olduğu anlaşılmıştır.
2005-2006 döneminde öğretmen eğitimi programları güncellenmiş, öğretmenlik meslek bilgisi dersleri beş yıllık öğretmen eğitimi programına yayılmıştır. Ancak politik kararlarla yeterli altyapı ve öğretim elemanına sahip olmayan eğitim fakültelerinin açılması, yine politik nedenlerle kontenjanların artırılıp ikinci öğretim programlarının açılması nitelikte düşmeyi hızlandırmıştır. Hükümetin ihtiyaç duyulan sayıda okul yapmaması, köy okullarını kapatarak öğretmeni köyden çekip köyü imamlara teslim etmesi ve öğretmen kadrosu açmayıp kadrosuz/ücretli/sözleşmeli öğretmenle gereksinimi karşılaması Eğitim Fakültesi mezunu öğretmenlerin işsiz kalmasına neden olmuştur. Bugün 600.000 öğretmen devletten atama beklemektedir. Atama için devletin açtığı sınavlara öğretmenleri, nitelikli öğretim verdiği düşünülen ortaöğretim ve yükseköğretim programlarına giriş sınavlarına öğrencileri hazırlayan özel ve din tabanlı dershanelerin bütçeleri Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçesine ulaşmıştır.
Türk eğitim sisteminde eğitim programlarının hazırlanması ve geliştirilmesi 2000’li yıllarda belirgin bir gerileme göstermiştir. AKP 2003’te iktidara geldiğinde MEB’de Eğitim Bilimleri alanında akademik eğitimler almış ve zengin deneyime sahip kadroları dağıttı ve yerlerine partili ve deneyimsiz kişileri atadı. Türkiye’de 1965’ten beri “Eğitimde Program Geliştirme” alanında lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde eğitim verilmektedir. Bugün Türkiye’deki üniversitelerde “Program Geliştirme” alanında 30 profesör, bir o kadar doçent hizmet vermektedir. 2000’li yıllara kadar Milli Eğitim Bakanlığının program geliştirme çalışmalarında bu akademisyenler ve onların yetiştirdiği bilim uzmamanları katkı sağlamışlardı. (Bugün ne yazık ki Program Geliştirme bilim alanı kadrolarını Program Geliştirme bilim alanlarında akademik çalışma yapmayanlar işgal etmektedir) 2000’den sonra yapılan çalışmalar ise daha çok başka ülkelerin programlarını uyarlama, dini değerleri programlara yerleştirme, bilim dışı yazılara ve görsellere yer verme yönündedir.
Bir reform gibi sunulan 2005, 2009 programları değerlendirilmeden, her yeni atanan Milli Eğitim Bakanı, program değişikliğine gitmiş, her değişiklik bilim dışılığı, akıl dışılığı getirmiştir. Evrim kuramını, İsmet İnönü’yü, Atatürk’ü yok sayan, doğru olmayan tarih açıklamaları, Fetullah Gülen’e yakın kişilere yazdırılan okuma parçaları, Din Kültürü kitabında yer verilen “Türkçe Olimpiyatları” görselleri, mavi balina, ilüminati çizimleri, Baptis Kilisesi web adresi, e harfiyle başlayan okuma, el yazısı ile yazma öğretimi, Talim Terbiye Kurulu’nun dini kitaplar üretip satan firma sahiplerine teslim edilmesi, özel okul sahibinin ya da eğitim bilim alanından haberdar olmayanların Milli Eğitim Bakanı yapılması, Türkçe yerine Arapça’yı savunanların bakan yardımcısı yapılması, okullarda kütüphane ve laboratuvarların mescide dönüştürülmesi, okul öncesi çocukların, üniversite öğrencilerinin cemaatlere, cemaat yurtlarına teslim edilmesi, cemaatlerin kurduğu özel okullara maddi destekler sağlanması, dini vakıflarla anlaşmalar imzalayıp onları eğitim vermesi için okullara sokması vb. bilimin ve aklın alamayacağı uygulamalardır. (Bu konularda ayrıntılı yazılar ve görüntüler için bakınız. dgozutok.org)
Özetle
Kadın erkek Türk halkıyla emperyalist ülkelerin işgalinden vatanı kurtaran, Osmanlı’dan eğitim düzeyi düşük bir halk devralan Türkiye Cumhuriyeti, eğitim seferberliğini başlatarak dünyaya örnek olmuş, ümmetten millet yaratmıştır. İlk 15-20 yıl gerçekleştirilen cumhuriyet devrimleri, ardındaki yıllarda ülkenin tamamına yerleştirilmeye çalışılmıştır. Çok partili hayata geçişle emperyalist ülkelerin, iktidarın ve aşiret reislerinin baskısı ile köy enstitüleri kapatılmış, din politikaya alet edilmiş ve ülke yeniden karanlığa itilmiş, sonraki yıllarda cumhuriyet devrimleri baltalanmıştır. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra kurulan ANAP hükümeti tarafından bir ABD Projesi olan “Türk İslâm Sentezi, Yeşil Kuşak, Ilımlı İslâm, Küreselleşme, Özelleştirme” kavramları eğitim sistemine yerleştirilmiş ve bu kavramların yaşatılması için özellikle eğifim bağlamında büyük baskılar uygulanmıştır. YÖK’ün kurulması, Yüksek Öğretmen Okullarının paldır küldür öğretmen eğitimi deneyimi olmayan üniversitelere bağlanması, yeterli öğretim elemanı olmayan kamu ve vakıf üniversiteleri, eğitim fakülteleri kurulması, öğretmenliğin sertifikaya bağlaması, yeni kurulan üniversitelere atanan rektörlerin kendi politik anlayışına uygun kadro kurma çabaları, her eğitim alanında olduğu gibi, öğretmen yetiştirme kültürüne de sahipken 1975’ten beri yapılamlar, öğretmen eğitimine büyük zararlar vermiştir.
AKP’nin bazı kurucu üyelerinin açıklamaları, bu konuda yazılan kitaplar (Yanardağ. 2021), basın yayın araçları AK Parti’nin bir proje olarak ABD, İngiltere ve İsrail tarafından kurulduğunu belirtmektedir. AKP’nin kurulmasını destekleyen ülkeler AKP’yi iktidara taşıma, içte ve dışta sorun çıkaracak olanları opere etme, gerekli finansal destekleri sağlama karşılığında İsrail’in güvenliğini artırmasını, İsrail’in önündeki engelleri kaldırmasını ve Büyük Ortadoğu Projesi’ni yani sınırların değişmesini desteklemesini ve İslam’ın yeniden yorumlanmasında destek vermesini istemiştir. Sahip olduğu yetkinlikler bakımından asla iktidara gelemeyecek,(diploması tartışmalı) kendisini dindar diye niteleyen, ulusal değerlere ve cumhuriyete düşman olanlar bu teklifi kabul ederek kurucularının yönlendirmeleri ile ülkenin bütün değerlerini yok etmişlerdir. İlk birkaç yıl önceden uygulamaya konan ekonomi politikalarını uygulamışlar, sonraki yıllarda her alanda yapılan bilim dışı uygulamalarla, eğitim, ekonomi, hukuk, tarım, hayvancılık, ülkenin sahip olduğu tarihî, yeraltı ve yerüstü zanginlikleri, cumhuriyet döneminde kurulan fabrika ve üretim tesisleri, DPT vb, İstatistik kurumu gibi bilimsel yöntemlerle çalışan köklü kurumlar yok edilmiştir. Atatürk’ün prensip olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne miras bıraktığı “Yurtta barış, Dünyada bariş” ilkesini çiğneyerek kurucularının yönlendirmesiyle komşu ülke Suriye’ye savaş açılmış, yüzlerce gencimiz Suriye’de, Libya’da şehit edilmiş ne kadar olduğu tam olarak hesaplanamayan miktarda harcama yapılmıştır. Bağımsız hiçbir ülkenin yapmayacağı bir uygulama da sınırların açık tutulmasıdır. Bu gün 100’den fazla ülkeden, devletin bile tam sayısını açıklayamadığı 10 milyondan fazla kişi Türkiye’de yaşamakta, beslenmekte, ücretsiz sağlık hizmeti almakta, Suriye sınırlarındaki bir çok yere yatırım yapılmakta, elektrik verilmekte ve yapılan daha birçok anlamsız harcama Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomisini çökertmiştir. “Millet fak-ru zaruret içinde harap ve bitap düşmüştür.” Sığınmacılarla gelen ve Türkiye’de doğan, eğitim hizmeti alamayan çocuklar ve uyum eğitimi alamayan yetişkinler bir bomba gibi patlayacağı günü beklemektedir.
2002’den 2022’ye kadar AKP yönetimi tarafından atanan sekiz Milli Eğitim Bakanı, kendi partilerinin yönetiminin kurduğu eğitim sisteminin çok kötü olduğu iddiasıyla sistemde toplam on altı kez köklü değişiklikler yapmıştır. Her değişiklik, okul öncesinden başlayarak öğretimin her kademesinde eğitimi/ülkeyi çökertmiştir. Bugün eğitim sistemi yapısıyla, binalarıyla, programlarıyla, öğretim araçlarıyla, yönetim kadrosuyla, özelleştirilmesiyle T.C. Temel Eğitim Yasası’nın amaçlarına ve ilkelerine hizmet etmekten uzaktır. Zorunlu eğitim yaşındaki milyonlarca çocuğun cemaat ve tarikatların elinde olduğu, yine milyonlarca çocuğun açık ortaokula ve açık liseye kaydolarak örgün eğitim dışına atıldığı ile ilgili haberler basında yer almaktadır. Cemaat yurtlarına teslim edilen çocukların neler yaşadıkları ve hatta yanarak, intihar ederek öldükleri bilinmektedir. Bu iktidarın her “reform” sözcüğü “Çocuklarımıza acaba şimdi ne zarar verecekler?” sorusunu akla getiriyor.
Kaynakça
Binbaşıoğlu, C. (1995). Türkiye’de Eğitim Bilimleri Tarihi, Araştırma-İnceleme Dizisi. Ankara: MEB Basım Evi.
Canerik, H. (2006). İlk ve orta öğretim programlarındaki değişiklikler neyi amaçlıyor? Küreselleşme ve Eğitim. İkinci Ulusal Eğitim Kurultayı’nda sunulan bildiri, Ankara, Mayıs.
Cicioğlu, H. (1985). Türkiye Cumhuriyetinde İlk ve Orta Öğretim. Ankara: A.Ü. Eğitim Fakültesi Yayınları. No:140.
Çotuksöken, B., Erzan, A. ve Silier, O. (Ed). (2003). Ders Kitaplarında İnsan Hakları Tarama Sonuçları. İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları.
Demirel, Ö. (1999). Kuramdan Uygulamaya Eğitimde Program Geliştirme. Ankara: PegemA Yayınları.
Erdoğan, İ. (2008). Eğitim Bilimleri Bakış Açısıyla Türkiye Cumhuriyetinde Eğitimin Çağdaş Değerlerle İrdelenmesi Çalıştayı. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi.
Eğitim Reformu Girişimi [ERG]. (2005). Yeni Öğretim Programlarını İnceleme ve Değerlendirme Raporu. http:/www.erg.sabanciuniv.edu./ adresinden 23.05.2012 tarihinde alınmıştır.
EPÖ. Profesörler Kurulu. (2005). Programları ve Öğretim Alanı Profesörler Kurulu İlköğretim 1-5. Sınıfar Öğretim Programlarını Değerlendirme Toplantısı (Eskişehir) Sonuç Bildirisi. Web: http://ilkogretimonline.org.tr/vol5say1/sbildirge%5B1%5D.pdf adresinden 23.11.2006 tarihinde alınmıştır.
Eşme, İ. (2009). Öğretmen Yetiştirmede Geri Adımlar. Web: http://yunus.hacettepe.edu. tr/~cakmakci/esme.pdf. adresinden 23.05.2012 tarihinde alınmıştır.
Gözütok, F. D. (1994). İlkokul 1, 2, 3. Sınıf Hayat Bilgisi Dersi İhtiyaç Belirleme Araştırması, Ankara.
Gözütok, F.D. (2008). Eğitim ve Şiddet. Gazi Kitapevi. Ankara.
Gözütok, F. D. ve Alkın, S. (2008). İlköğretim öğretmenlerinin programdaki ara disiplin yaklaşımına ilişkin görüşleri, International Conference on Educational Sciences ICES-08’ de sunulan bildiri, KKTC, Haziran, 838-853.
Gözütok, F.D., Bıkmaz, F. (Ed). Mızıkacı, F., Senar, A. Ş., Ulubey, Ö., Koçer, E. Türe, E., Akçatepe, A. G. (2013). Cumhuriyet’in İlânından 2013’e Öğretim Programlarının Analizi. Hayat Bilgisi Örneği. Yargı Kitabevi:Ankara.
Milli Eğitim Bakanlığı [MEB] (1990). Ortaöğretim’de Yeniden Düzenleme ve Reform Semineri. Ankara.
____. (1994). Meslekî ve Teknik Eğitimin İncelenmesi, Meslekî ve Teknik Eğitim Raporu. Ankara: Meslekî Araştırma Merkezi.
____. (1997). Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Dairesi Program Çalışmaları. Ankara: Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Dairesi Başkanlığı Yayınları 18.
____. (1998a). Müfredat Laboratuvar Okulları Modeli Düzeltme 4. Taslak, Yayınlanmamış Rapor, Ankara: EARGED.
____. (1998b). METGE Meslekî Teknik Eğitimi Geliştirme Projesi. Ankara.
Özalp, O. (1999). Cumhuriyet Döneminde Eğitim Politikaları ve Uygulamaları, Cumhuriyet Döneminde Eğitim II. Ankara: MEB.
Silier, O. (Ed). (2003). Ders Kitaplarında İnsan Hakları Tarama Sonuçları. Çotuksöken, B., Erzan, A. ve Silier, O. İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları.
Sönmez, V. (1991). Eğitim Felsefesi. Ankara: Adım Yayıncılık.
Taş, İ. D. (2010). 2005 İlköğretim Programının Hazırlanmasında Görev Alan Ara Disiplinler Komisyonu Üyelerinin ve Sınıf Öğretmenlerinin Ara Disiplin Yaklaşımı Konusundaki Bilgi Durumunun ve Görüşlerinin Belirlenmesi. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
Uluğbay, H. (2012). Sekiz Yıllık Zorunlu Eğitimin Gelişim Süreci ve Kazandırdıkları. http://www. Uluğbay.com/blog_hikmet/?p=266. adresinden 23.05.2012 tarihinde alınmıştır.
Uysal, A. (2010). Sınıf Öğretmenlerinin Hayat Bilgisi Öğretim Programında Belirtilen Strateji, Yöntem ve Teknikleri Uygulamadaki Yeterlik Düzeylerinin Belirlenmesi. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
Varış, F. (1971). Eğitimde Program Geliştirme Teori ve Teknikler. Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayınları. No:20.
Varış, F. (Ed). Gürkan. T., Pektaş, S., Gözütok, F.D., Gürbüztürk, O., Babadoğan, C. (1991). Eğitim Bilimine Giriş. Ankara Üniversitesi Basımexi. Ankara.
Varış, F. (1996). Eğitimde Program Geliştirme: Teori ve Teknikler. 6. Baskı, Ankara: Alkım Yayınları.
Yıldırım, A. (1994). Program geliştirme modelleri ve ülkemizdeki program geliştirme çalışmalarına etkileri, 1. Eğitim Bilimleri Kongresi.
Yanardağ, M. (2021). Bir ABD Projesi Olarak AKP/Operasyon Partisi, 17. Baskı, Kırmızı Kedi Yayınları: İstanbul.