Farklı kültürlerde yaşamakta olan insanların küreselleşme, başka kültürlerin yaşandığı toplumlarda yaşama arzuları, ülkelerindeki baskıcı yönetimler, işsizlik, sosyal ve politik ayaklanmalar, doğal afetler, terör, savaş vb. birçok nedenle başka bir kültürün yaşanmakta olduğu ülkelere göç etmeleri hem göç edenlerin hem de ülkesine göç edilenlerin kültürel yaşamında sarsıntılara neden olmaktadır. Birbirine benzemeyen fiziksel ortamlarda dünyaya gelmiş ve yetişmiş, birbirinden farklı değerlerle donanmış, hayata, insana, dünyaya, bilime ahlâka, kadına, çocuğa farklı açılardan bakan insanların bir arada yaşamaları durumunda, hele de her iki taraf insanları tolerans kültürü almamışlarsa çok büyük sorunlar ortaya çıkar. Bulunduğu yerden başka bir yere göçen insanlar, genellikle göç ettikleri yerin yaşam biçimine uymaya çalışırlar. Ancak göçen sayısının büyük olması, büyük kafilelerle yapılan göçler, eğer göç alan ülke yönetimi ciddi önlemler alacak stratejiler uygulayamamışsa bu göçlerden her iki tarafın da uğrayacağı zararlar çok büyük olur. Bazı konularda da geri dönülemez değişimler ve hasarlar yaşanabilir.
”Birleşmiş Milletler’in (BM) 2010 yılı rakamlarına göre dünya çapında 214 milyon insan yabancı bir ülkede göçmen olarak yaşamaktadır”(Tunç, 2013). Yine ”BM küresel göç verilerine göre, dünya üzerinde 232 milyon kişi, yani dünya nüfusunun %3.2’si uluslararası göçmenlerden oluşmaktadır”(G.İ.G.M.Y., 2013). Göç etmek bir yer değiştirme gibi görünse de insanlar bu hareketin sonucunda dünyayı, kendilerini ve değerlerini algılamada büyük değişimler yaşarlar. Bu yer değiştirme hem göç edeni hem göç edilen yerde yaşayanı toplumsal, kültürel ve ekonomik yönlerden etkiler.
Adına ”Arap Baharı” denen ayaklanma ve çatışmalar sonucunda Suriye Arap Cumhuriyeti’nde meydana gelen olayların etkisiyle ülkesinde can güvenliğinin kalmadığını düşünen 300-400 kadar Suriye vatandaşının 29.04.2011 tarihinde Hatay İli Cilvegözü sınır kapısına doğru hareketlenmesiyle Suriye’den Türkiye’ye göç başlamıştır. Bir yandan baskıcı yönetim, diğer yandan dış güçlerin de desteği ile çıkarılan isyanlar ve ardından yaratılan iç savaş sonucunda milyonlarca Suriye vatandaşı öncelikle coğrafi yakınlığı olan ülkelere sığınmış, bir kısmı da büyük riskler alarak Avrupa ülkelerine geçmeye çalışmışlardır. Resmi sayılar her gün değişiklik göstermekle birlikte Mısır, Irak ve Ürdün’de yüzbinlerce, Lübnan’da bir milyondan fazla, Türkiye’de ise ülke yönetiminin izlediği ”açık kapı” politikası sonucunda üç milyona yakın Suriyeli bulunduğu belirtilmektedir. ”Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (GİGM) verilerine göre, 29 Ocak 2016 itibarıyla kamp içinde ve kamp dışında Türkiye’de toplam 2 milyon 582 bin Suriye vatandaşı bulunmaktadır. Bunların 269 bini AFAD tarafından 10 ilde bulunan 25 barınma merkezinde, geri kalan 2 milyon 313 bini ise kamp dışında yaşamaktadır”(GİGM,2016;Akt:Emin,2016,s,9) Son 3-4 ay içinde de sayıları tam olarak bilinmeyen ya da açıklanmayan Suriyeli Türkiye’ye geçmiştir. Güvenlik nedeniyle ülkesini terk eden bu insanlar gittikleri ülkelerin ekonomik yapısını, sosyal ve politik düzenini, demografik ve etnik oluşumunu, askeri çalışmalarını, çevreyi ve çevresel yapıyı etkileyerek güvenliksiz bir ortam yaratılmasına neden olmaktadırlar. 21.yy.’da yaşanan bu insanlık trajedisi hem bölgenin hem de uluslararası sistemin güvenliğini tehtid etmeye başlamıştır.
Türkiye’ye sığınan bu kişiler, uluslararası hukukta kabul gören ”geçici koruma” statüsüyle koruma altına alınmıştır. İç hukuktan farklı olarak kendilerine ”mülteci” ya da ”sığınmacı” statüsü verilmeyerek, her türlü gereksinimleri devlet tarafından karşılanmak üzere bir anlamda ”misafir” olarak tutulmuşlardır. Ülkelerine dönme olasılığının gittikçe azalması, misafirlik süresinin uzaması sonucunda Türkiye’de yaşamlarını kolaylaştırmak amacıyla Suriye’den gelenlere ”geçici koruma” statüsü verilmiştir. Ekim 2014’de ”Geçici Koruma Yönetmeliği” yürürlüğe girmiş ve Suriyeliler sağlık, eğitim ve sosyal yardım hizmetlerine erişim hakkı elde etmişlerdir(Emin,2016).
”Türkiye göçün başladığı 2011 yılında, bunun geçici bir göç olacağı düşüncesi ile uzun vadeli planlamalara ve alt yapı hazırlıklarına hemen girişmemiştir”(Emin,2016,s.9). 2012 yılının başlarında henüz Türkiye’ye göçen Suriyeli sayısı az iken, Türkiye ciddi politikalar geliştirmemişken ve gelenlerin çoğunun kamplarda barındırılmaları sağlanabiliyorken, çadır kentlerde zor koşullarda yaşadıkları, kötü muameleye ve tecavüze uğradıkları, bölgede asayiş bozucu davranışlarda bulundukları iddiasını araştırmak üzere T.B.M.M. İnsan Hakları İnceleme Komisyonu bir alt komisyon görevlendirmiştir. Bu komisyon, çadır kentlerdeki Suriye vatandaşlarının yaşam şartları, sahip oldukları imkânlar ve çevreyle ilişkileri hakkında olumsuz bir izlenim edinmediklerini rapor etmişlerdir.
Bazı Üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve kamunun farklı bakanlıklarına bağlı birimler, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ve daha birçok kurum ve kuruluş Suriye’den Türkiye’ye göç edenlerin sorunlarını, topluma etkilerini, ortaya çıkan sorunlara çözüm önerilerini çalışma konusu yapmaktadırlar. Ülke yönetiminin gösterdiği büyük çabalara karşın göç edenlerin ve elindeki kaynakları paylaşanların sorunları çözülemeden büyümektedir. Bazı il ve ilçeler kendi nüfusunun çok üzerinde Suriyeli’yi barındırmak zorunda kamışlardır. Adana’da düzenlenen ”Suriyeli Sığınmacı Kadın ve Çocukların Sorunları ve Çözüm Önerileri Çalıştayı”raporunda; okul çağındaki çocukların büyük bir kısmının okullaştırılamadığı, kız çocukların küçük yaşta evlendirildikleri, erkek çocukların işçi olarak çalıştırıldıkları, 4-5 yaşındaki çocukların dilendirildikleri, kadınların 14 saat, erkeklerin çok düşük ücretlerle ve güvencesiz ortamlarda çalıştırıldıkları, kadınların çok farklı türlerde şiddete uğradıkları vurgulanmıştır. Aynı çalıştay raporunda Akdeniz’deki ölümlere ve sığınmacıların Batı Ülkelerine geçişlerinin olanaksızlaştırılmasında ve ölümlerin meydana gelmesinde Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin, Amerika Birleşik Devletleri’nin ve Avrupa Birliği’nin etkileri belirtilmektedir.
Bir kısmı kamplarda, büyük bir kısmı ise şehirlerin çeperlerinde yaşamını sürdürmeye çalışan, sayıları üç milyona yaklaştığı tahmin edilen Suriyeli nüfusun %50 kadarı 0-18 yaş grubundadır(Emin,2016). Bu çocukların üç dört yüz bin kadarı 2011’den beri Türkiye’de doğmuştur. Türkiye’nin taraf devlet olarak imzaladığı Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye göre bu bir milyondan fazla 0-18 yaş grubundaki çocukların eğitim süreci içinde olmaları gerekir. Özellikle ailesini kaybetmiş ya da ailesinin bakmakta zorlandığı çocukların Türkiye’deki bazı radikal vakıfların kurumlarına aldıklarını bu vakıf görevlileri açıklamaktadır. Bu çocukların suç örgütlerinin eline düşme ya da istismara uğrama olasılığı da yüksektir. Eğitime erişemeyen 18 yaş altındaki çocuklar dilencilik, ucuz işçilik ve yasa dışı işlerle karşılaşma tehlikesi ile karşı karşıyadır.
2015 itibarı ile Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin (UNHCR) tahminlerine göre Türkiye’deki 5-17 yaş arasındaki Suriyeli çocuk sayısı yaklaşık 708 bindir(Emin.2016). Bu çocukların bir kısmı geçici eğitim merkezlerinde eğitim almaktadırlar. ”Geçici eğitim merkezleri (GEM), okul çağındaki Suriyeli çocuklara ve gençlere yönelik hem AFAD tarafından 25 ilde oluşturulan kamplarda hem de kamp dışında faaliyet gösteren, Suriye müfredatına bağlı kalarak Arapça eğitim veren ilköğretim ve ortaöğretimi kapsayan eğitim merkezleridir”(MEB,2014). Bütün dünyada göç alan ülkeler göçle gelenlerin geldikleri topluma uyum sağlamaları ve kendi ülkelerinin eğitim standardını yakalayabilmeleri için göçle gelenlere ev sahibi ülkenin dilini öğretir. MEB görevlileri dünyada görülmemiş bir model yarattıklarını vurgulayarak Suriyelilere kendi dilinde eğitim veren tek ülke olduklarını övünçle anlatmaktadırlar. MEB, geçici eğitim merkezlerine öğretmen seçiminde Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) ile işbirliği yaptığını, öğretmenlerin öncelikle müftülüklere başvurduğunu belirtmektedir. Ayrıca TDV Kadın Aile ve Gençlik Merkezi (KAGEM) Suriyeli kız çocuklarının eğitimine yaygın eğitim yoluyla destek vereceği bir proje yapılandırmıştır. TDV tarafından camilerde Kur’an kurslarında isteyen Suriyelilere yaygın din eğitimi de verilmektedir. İHH’ya bağlı bazı platformlar, savaş nedeniyle yetim kalmış, yakınını kaybetmiş, travma geçirmiş çocuklara yönelik psikolojik destek, sağlık hizmeti, aynî ve nakdî yardımların yanı sıra değerler eğitimi, aile danışmanlığı, ebeveynler için seminerler gibi pek çok faaliyet yürütmektedir(Emin,2016).
Ciddi önlemler alınmadıkça, sağlıklı politikalar uygulanmadıkça mülteci, göçmen, misafir ya da geçici koruma statüsünde bu kadar çok sayıdaki insanları ve gittikleri ülkeleri büyük tehlikeler beklemektedir. Bazı üniversitelerin, bazı sivil toplum kuruluşlarının, devletin görevlendirdiği kuruluşların yaptıkları incelemelerin de uzantısı olarak yazılı ve görüntülü kitle iletişim araçlarına yansıyan sorunların Türkiye’ye etkileri aşağıda verilmiştir.
*Sığındıkları ülkede muhaliflerle ve terör örgütleriyle işbirliği yaparak terörist saldırılarda bulunmakta, silah, insan ya da uyuşturucu kaçakçılığına karışmaktadırlar.
*Etnik ve dinsel yapıları, geldikleri yerde toplumun demografik yapısını sarsmaktadır. Suriyelilerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde ortaya çıkan etnik ve mezhepsel demografik değişim, kutuplaşmaların olmasına ya da zaten var olan küçük boyutlu gerginliklerin büyük çatışmalara dönüşmesine neden olmaktadır. Bölgenin demografik yapısının bozulmasından siyasi yarar sağlayacağını ümit eden siyasi karar organları çatışmaların çıkmasına çanak tutmaktadır.
*Geldikleri ülkeyi ekonomik, sosyal düzen, kültürel ve dini değerler ve politik olarak tehdit altında bırakmaktadır.
*Düzenli kaydedilmedikleri ve yeterli koruma altına alınmadıkları için büyük tehlike altındadırlar ve ülkede her türlü suçun artmasına ortam oluşturmaktadır.
*Kadınlar ve genç kızlar T.C. yasalarına aykırı olarak ikinci, üçüncü eş gibi evlere kapatılıp, bulundukları evlerde ailelerin parçalanmasına, kadınların ve çocukların istismarına ortam hazırlamaktadır.
*Kötü yaşam koşulları, kontrolsüz doğumlar salgın hastalıklara neden olmaktadır.
*Çok düşük ücretlere çalışmak zorunda bırakılanlar, kayıt dışı ekonominin ve ev sahibi vatandaşların işsizliğine neden olmaktadır.
*Kitle halinde gelen insanların yaşamak istedikleri yerlerde ev ve işyeri kiralarının, ev fiyatlarının, yiyecek maddesi fiyatlarının artması, sağlık hizmetlerinin niteliğinin düşmesi ev sahibi vatandaşların öfkesine ve sürtüşmelere neden olmaktadır. Ekonomik olanakların paylaşımı sürecinde ve daha başka nedenlerle ev sahibi vatandaşların fazla zarar görmesi sonucunda bazı ”zenofobik” (yabancı düşmanlığı) tutumların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
*Göçle gelen bireylerin çoğu şiddet kaynaklı travma yaşayarak ülkelerini terk etmişlerdir. Yaşadıkları şiddetin etkilerinin bir sağıltım mekanizmasından geçirilmediği dikkatlerden kaçırılmamalıdır. İç savaştan gelen kişilerin gittikleri ülkeye şiddeti, savaşı taşıma ve terörü destekleme olasılıkları gözlenmektedir.
*Eğitim olanaklarından yararlanamamış, çeşitli şiddet olaylarına tanık olarak ya da kendisi muhatap olarak travma yaşamış, kötü koşullarda yaşama savaşı veren, dışlanmışlık duygusu ve kimlik bunalımı yaşayan sığınmacı gençlerin pek çok çeşit suça kaynaklık etme olasılığı yüksektir.
*Kısa bir süre içerisinde bu kadar büyük sayıda Suriyeli, zaten bugün güvenlik sorunları ve ayrıştırılma tehlikesi ile karşı karşıya olan Türkiye’yi güvenlik konularında ve kalkınmada geriletmektedir. Mevcut sorunlara eklenecek yeni bir azınlık sorununu Türkiye atlatamayabilir. Uzun vadede azınlıkların talepleri ve iç karışıklıklar ülkeyi büyük devletlerin müdahelesine açık hale getirebilir. Çok uzun yıllardır emperyalist ülkelerin üzerinde çalıştıkları bölünme projesi gerçekleştirilebilir.
*Ülkede adalet mekanizmalarının zayıf olması, sığınmacıların adaleti hukuksal yollarla arayamamaları sonucunda kendi içlerinde örgütlenerek güvenliklerini ve adaleti sağlama çabaları çeşitli çatışmalara neden olmaktadır.
*Son dört beş yıldır Türkiye’de yaşayan kadın ve erkeklerin fiziksel görünüşleri Suriyelilerden etkilenmiştir.Türkiye’de resmi kurumlarda çalışan erkekler, öğrenciler sakal traşı olur, kızlar giyimlerinin renk uyumuna, modeline özen gösterirdi. Bugün üniversitelerde ve sokaklarda kimin Türk kimin Suriyeli olduğu ayırt edilememektedir. Suriyelilerin göç ettikleri yere uyum sağlamaları beklenirken Türkler onlara uymuş kızlar etek boylarını yerlere kadar uzatmış, erkekler sakal bırakmayı tercih etmiştir. Bu etkilenme ülkede önemli bir kimlik sorunu yaratmaktadır.
*Uzun vadede ise; bu kadar büyük sayıda göçmenin bir ülkeye yerleşmesi yerleştikleri ülkenin bölünmesine ortam hazırlayabilir. Kendi ülkelerinin yönetimi ile sorunlar yaşama sonucunda terketmek zorunda kaldıkları ülke ile yerleştikleri ülke arasında sağlıklı ilişkiler kurulmasına engel oluşturabilirler.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ:
1.Suriye’den üç milyon kadarı Türkiye’ye, bir o kadarının da başka ülkelere göçmek zorunda bırakılan bu insanların ve gittikleri ülkelerin yaşamakta olduğu bu travmatik sorunun yalnızca göç edilen ülkelerin sorunu olmadığı, bütün dünya ülkelerinin sorunu olduğu, özellikle sorunu yaratan, soruna kaynaklık eden ülkelerin sorumluluğunda olduğu kabul edilmelidir. Bugün birçok ülke için tehdit unsuru haline gelen Suriyeli mülteciler krizi konusunda etkilenen ya da etkisinden uzak durmaya çalışan bütün ülkelerin acil olarak ciddi önlemler almaları gerekmektedir. Uluslar arası sistemlerin üyeleri olan bütün ülkeler, yaşanan bu sorunları azaltma yönünde gerçekçi çabalar göstermelidirler. Bu konuda nihai çözüm dünya barışından ve demokratik yönetimlerden geçmektedir.
2.Bir an önce destekçi bütün ülkelerin ortak kararı ile Suriye’deki çatışmalar durdurulmalıdır.
3.Türkiye sınırlarının ve geçiş koridorlarının güvenliği uluslararası standarda yükseltilmelidir.
4.Bütün Suriyeliler derhal kayda alınmalı ve tamamına yabancı kimlik numarası verilmelidir.
5.Kayıt dışılığın caydırılmasını destekleyen yasa ve uygulamalar yapılmalı ve çocuk işçiliği önlenmelidir.
6.Göçmen ticareti, çocuk dilendirme, uyuşturucu kaçakçılığı, organ ticareti, çocuk ticareti, fuhuş vb. suçlarla ilgili çok ciddi izlemeler yapılmalı ve sorunları çözecek önlemler alınmalıdır.
7.Acil olarak sorunların bütün boyutlarını kapsayan, haklar ve güvenlik dengesine dayalı, insan hak ve özgürlükleri temelinde, gerçekleştirilebilir bir ”Suriyeli Sığınmacı Politikası” belirlenmeli ve uygulamaya geçirilmelidir.
8.Suriyeli Sığınmacı Politikası’nın önemli bir boyutunu ”Suriyeli Eğitim Politikası” oluşturmalıdır. Suriyeli Eğitim Politikaları’nın geliştirilmesinde uzman desteği sağlanmalı, uygulanması uzmanlar tarafından izlenmeli, değerlendirilmeli ve geliştirilmelidir. Her yaştaki, özellikle 18 yaş altındaki Suriyelilerin eğitimi için Milli Eğitim Bakanlığı uzman desteği alarak gerçekleştirilebilir bir proje geliştirmeli, bir an önce bu insanlara Türkçe öğretilmelidir. Çocuklar ve gençler Diyanet Vakfının ve benzeri din kuruluşlarının elinden alınmalı, bu çalışmalar MEB tarafından yapılmalıdır.
TARTIŞMA VE SONUÇ
2011’de başlayıp bu güne kadar üç milyon kadar olduğu tahmin edilen Suriyeli göçmenlerin Türkiye’ye yaptığı, yapacağı etkiler ve bu olumsuzlukları en aza indirmeyi sağlayacağı düşünülen çözüm önerileri yukarıda sıralanmıştır. Burada Türkiye’nin Suriyelilerin eğitimi konusunda yukarıda önerilenleri başarabilirlik durumu tartışılarak yeni öneriler geliştirilecektir.
Türkiye’de 30 Mart 2012’de Türk Milli Eğitim Sistemini alt üst eden bir yasa çıkarılmıştır. Adına 4+4+4 denen bu yasa ile 60 aylık çocuklar 4 yıllık ilkokula kaydedildi. Dördüncü sınıfı bitiren çocuklar öğrenimlerine bir yıl ara verip ”hafızlık eğitimi”ne gidebildiler. İmam Hatip Ortaokulları yeniden açıldı. Beş-altı yaşında ilkokula başlayan çocuk sekiz-dokuz yaşında imam hatiplik mesleğine gönderilebildi. İsteyen her çocuk dört yıllık ilkokuldan sonra örgün eğitim dışında kalıp açık ortaokula, sonra da açık liseye gidebildi. Ortaokuldan başlayarak seçmeli Temel Dini Bilgiler, Kur’an-ı Kerim, Hz.Muhammed’in Hayatı gibi derslerle genel ortaokulların programları İmam Hatip Okullarıyla neredeyse eşitlendi.
Çıkarılan bu yasayla zorunlu eğitim süresi 12 yıla çıkarılmış ancak çağ nüfusunun okullaşma oranı düşmüştür. Bu düzenleme ile Anadolu Lisesi olarak anılan okulların sayı ve kontenjanlarının azaltılarak birçoğunun İmam Hatip Ortaokul ve Lisesine dönüştürülmesi, imam hatip okullarına gitmek istemeyen yüzbinlerce öğrenciyi örgün eğitim dışında bırakmıştır. Açık liseye, açık ortaokula yönlendirilen çocukların bir kısmı ucuz iş gücü olurken, özellikle kızlar için erken evlilik yolu açılmıştır. Örgün eğitime devam eden öğrencilere evlenme yolunu açan bir de yönetmelik değişikliği yapılmıştır. MEB Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre zorunlu eğitim süresinin henüz (sözde) 12 yıla çıkmadığı 2011-2012 öğretim yılında açık liseye kayıtlı öğrenci sayısı 611.044 iken, zorunlu eğitimin 12 yıl olduğu ilk yıl 804.532, ikinci yıl ise 901.487 olmuştur. MEB istatistiklerine göre 2015’de bu sayı 1.012.249’dur. MEB sitesinde yayınlanan 2013-2014 eğitim yılı istatistiklerine göre ise: açık öğretim ortaokulunda %65’i kız, %35’i erkek 298.148 öğrenci; açık lisede %45’i kız, %55’i erkek 1.306.994 öğrenci kayıtlıdır. Bir başka deyişle, resmi kayıtlara göre zorunlu eğitim/öğretim çağındaki 1.605.142 10-18 yaşındaki çocuk, örgün eğitim dışında kalmıştır. Zaman zaman çıkan yangınlarla ya da çöken binalarla, istenmeyen bazı olumsuzluklarla varlığını duyuran, sayılarının kaç olduğu bilinmeyen, çoğu kaçak Kur’an kurslarında yatılı olarak kalan çocukların sayısı bilinmemektedir. T.C.Milli Eğitim Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı’nın verilerine göre, 2015’de 1.156.661’i okulöncesi, toplam 17.559.989 öğrenci bulunmaktadır. Orta boy bir Avrupa ülkesinin nüfusu kadar öğrenci mevcuduna Türk Eğitim Sistemi temel eğitim/zorunlu eğitim kapsamında hizmet vermektedir.
Bugün eğitim hizmeti (alınan eğitim hizmetinin niteliği başka bir çalışmanın konusu) almaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan 17.559.989 çocuğa tahminen 1 milyon Suriyeli çocuk eklenmiştir. Bu tabloya bakarak getirilecek öneriler:
1.Türkiye AB ile yaptığı göçmen kabul anlaşmasını derhal bozarak Suriyeli nüfusun niteliklerine bakılmaksızın bu savaşa neden olan ülkelerin nüfus oranlarına göre zorunlu olarak paylaşmalarını sağlayan bir anlaşma yapmalıdır. AB’nin vermeyi vadettiği paranın kat be kat fazlası bile Türkiye’nin yaşadığı ve yaşayacağı zararları gideremez.
2.Türkiye kendi payına düşen her yaştaki Suriyeli nüfus için eğitim bilimlerinin verilerinden yararlanarak gerçekleştirilebilir büyük bir Suriyeli eğitim projesi hazırlamalıdır.
3.Eğitilmek, ders notlarını okuyup sınavda sorulan soruları doğru yanıtlayarak diploma almak değildir.Örgün eğitim sistemi dışında bırakılan 1.605.142 Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olan çocukların örgün eğitim sistemi içine alınması için MEB gerekli önlemleri almalıdır.
4.Türk Eğitim Sisteminin verdiği eğitim hizmetinin nitelikleri bilimsel yöntemlerle değerlendirilmeli ve geliştirilmelidir.
KAYNAKLAR
Bitkal,S, (2014). Ulusötesi Göçler ve Mülteci Sorunu Suriye Örneği, Akademik Perspektif, 12.Eylül.2014.
Emin.M.N.(2016). Türkiye’deki Suriyeli Çocukların Eğitimi, Temel Eğitim Politikaları. SETA.Şubat.Sayı:153.
G.İ.G.M.Y.(2013). Göç İdaresi Genel Müdürlüğü Yayınları. No:4. Pozitif Matbaa Ankara.
Gözütok,F.D.(2016). ”2015’te Türk Eğitim Sisteminde Temel Eğitim Karmaşası” Ekenek. Eğitim-İş Eğitim-Kültür-Sanat Dergisi.Sayı:5.ss.13-20.
Karaca,S.(2014). Ortadoğu Ülkelerinin Savaş ve İnsani Krizle İmtihanı:Suriyeli Mülteciler Örneği, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu.(10.02.2014)
MEB.(2012).Milli Eğitim İstatistikleri. Örgün Eğitim. Ankara:Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
MEB.(2014). Yabancılara Yönelik Eğitim-Öğretim Hizmetleri.http://mevzuat.meb.gov.tr
Oytun,O,(13.Ocak.2015). Suriyeli Sığınmacıların Türkiye’ye Etkileri, Aljazeera Türk.
Tunç,İ,(2013). Göçmenlerin Sosyo-kültürel Uyum Sorunları.
Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Raporu, (2012). 24. Dönem 2. Yasama Yılı.
Velieceoğlu,Y.A.(2014). ”Türkiye’deki Suriyeli Mülteciler” S.Karaca ve U.Doğan(Ed) Suriyeli Göçmenlerin Sorunları Çalıştayı sonuç Raporu, Mersin Üniversitesi.
“Suriye’den Göçlerin Türkiye’deki Etkileri ve Sorunlara Çözüm Önerileri” başlıklı bildiri, 5-7 Mayıs 2016’da Gaziantep Üniversitesi, Nizip Eğitim Fakültesi’nin düzenlediği ll. Uluslararası Türk Kültür Coğrafyasında Eğitim ve Sosyal Bilimler Sempozyumunda sunulmuştur.