Perşembe, Aralık 12, 2024

YAYINLANAN YAZILAR

SON 15 YILDA EĞİTİMDE GERİCİLEŞME

Aşağıdaki bildiri, Ulusal Eğitim Derneği, Eğitim İş Ankara 1 ve 2 Nolu Şubeleri ile Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD)’ün ortak girişimiyle 7 Ekim 2017
Cumartesi günü Ankara Çankaya Belediyesi, Çağdaş Sanatlar Merkezinde
“Eğitimimizin Son 15 Yılı ve Seçeneklerimiz” konulu düzenlenen sempozyumda
sunulmuştur.


Öğretmen Dünyası Yıl: 38/ Ekim 2017/ Sayı: 454

  Prof. Dr .F. Dilek Gözütok

“Son 15 yılda  eğitimde gericileşme” bu bildirinin konusu. Sözlüklere ve sosyologlara göre “Gericilik”, ‘çağdaş değerlere ve yeniliklere değer vermeyen, eski düzeni yaşamaya çalışan kimse ya da anlayış, toplumların kazanımlarını geriye götürmek, durdurmak ya da bu yönde çabalamak’ olarak; “gerici” ise  ilerici karşıtı, mürteci kavramları ile tanımlanmakta. Tarihte ve bugün birçok ülkede insanlığın büyük acılar, çabalar ve can kayıpları sonucunda ulaştığı düşünce ve bilimsel buluşların ürünü olan laiklik, bilimsellik, hukuksallık, eşitlik, çağdaşlık  gibi değerlere, kavramlara, emeğe, insan haklarına, sanata, devrimlere karşı ve bunları yok etme anlayışına sahip  bireyler ve topluluklar var olmuştur. Bunlar, savaş çıkarmış, kafa kesmiş, içinda insan olan otel yakmış, kadın dövmüş öldürmüş, kadın ve çocuklara tecavüz etmiş, bunları çoğu zaman da ‘din elden gidiyor’ örtüsü altında yapmıştır. 21.  yüzyılda çağdaş değerleri benimsemiş güçlü yönetimler bu birey ve toplulukların ülke yönetimine gelmesini engelleyebiliyor

Dünyaya örnek bir “Kurtuluş Savaşı” vererek Türkiye Cumhuriyetini kuran, “Türk Devrimleri” ile bağımsız ve çağdaş bir ülke olma yolunda ilerlemekte olan bu ülkenin savaşarak yendiği işgalci ülkeler, Türkiye topraklarının Türklerde kalmaması gerektiğini, İstanbul’un Türklerde olamayacağını cür’etle  açıklayan ülkelerin örgütleri, gerici anlayıştaki birey ve topluluklarla  işbirliği yaparak bu ülkeyi yenebileceklerini düşünmüş ve bu doğrultuda çalışmaya Lozan Antlaşması’nın hemen ardından başlamışlardır. Dış destekli Askerî darbeler, darbe yönetimlerinin yaptığı Anayasalar (zorunlu din dersleri), antidemokratik seçim yasaları (%10 barajı) ve daha birçok tuzaklar sonucunda iktidara geldikten sonra “irticai hareketleri” nedeniyle Anayasa Mahkemesi tarafından cezalandırılan bir parti 15 yıldır iktidarını ve yaşamın her alanında gericileşme hareketlerini sürdürmektedir.

2002’de “Demokrasibir tramvaydır, gittiğiniz yere kadar gider oraya varınca inersiniz”. “Demokrasi bir amaç değil bir araçtır ” diyerek 1980 askeri darbe yönetiminin yaptığı antidemokratik seçim yasasının sunduğu olanaklarla ülke yönetimini devralan iktidar, bu yolculukta gideceği yere kadar bazen sağ gösterip sol vurarak, bazen duraklayarak, bazen zikzaklar çizerek bazen de “Atı alan Üsküdar’ı geçti” naralarıyla çok hızlı yol alıyor. İktidarı bu yolculuğa bazı emperyalist ülkeler ve onların uzantısı olan ve 1960’lı yıllardan beri Türkiye’de kılcal damarlara kadar örgütlenen bir cemaat  hazırladı. O yıllarda ve önceki yıllarda iktidarda ve muhalefette konuşlanmış olan bireylerin de bu hazırlıkta önemli katkıları olmuştur. Kimileri demokrasi için bazı yerlerde seçim yenileterek, kimileri “laiklik tehlikede değil!” söylemiyle halkı yatıştırarak, kimileri partilerini kapatıp ya da bırakıp iktidara biat ederek, kimileri de partisini yok etme pahasına iktidara destek vererek gideceği yere varmasını kolaylaştırmakta. Bazı muhalefet liderleri  ‘ben çözerim’,  bazıları  ‘Programa Siyer Dersi de koyalım’ diyerek gericileşme eylemlerini frenleme yerine hızlandırdılar. Ekonomide, tarımda, hayvancılıkta, turizmde, bilimde, teknolojide, sosyal yaşamda, kentleşmede, insan haklarında, basın özgürlüğünde, hukukta, adalette, güvenlikte, ahlâki değerlerde ve bütün bunların kaynağı olan eğitimde gericileşme akıl ve mantık boyutlarını aşmıştır.

Parti programında yer alan “…partimiz, eğitim alanında köklü bir reform hareketine girişecektir” ifadesine uyumlu olarak yaptığı her değişikliği, her popülist eylemi bir reformmuş gibi, yaptığı her yanlış uygulamayı doğruymuş gibi sunmuş ve kimilerini buna inandırmıştır. İlk yıllarda eğitim alanında yaptığı uygulamalar büyük ölçüde küreselleşmeye ve piyasacı anlayışa hizmet etmiştir. 2005 öğretim programı küreselleşmenin ihtiyacına cevap verecek, dünyayla rekabet edecek ‘birey’ yetiştirmeyi hedeflemiştir.  2004 yılında hazırlanan program:

* Yetkin olmayan konu alanı uzmanları  bazen de alan dışı kişilerce hazırlandığı,

* Yetkin  program geliştirme uzmanları içermeyen komisyonlarca hazırlandığı,

* Program geliştirme bilim alanı ilkelerine uyulmadan oluşturulduğu,

* Pilot uygulama yapılırken kitaplarının yazdırıldığı,

* Pilot uygulama sonuçlarının programa yansıtılmadığı,

* Atatürk İlke ve İnkılâplarına yer vermediği,

* Türk Milli Eğitiminin Amaçlarına ve demokrasi kültürü oluşturmaya hizmet etmediği,

* Beş sınıfın aynı yıl uygulamaya konduğu,

* Programın öğretmenlere yeterince tanıtılmadığı,

* Hiçbir araştırma sonucuna dayanmadan hatta araştırma sonuçları yanlış olduğunu belirtmesine karşın okuma yazma öğretiminde “ses temelli okuma ve eğik el yazısı”na geçildiği,

* Okuma yazma öğretimine bütün dünyada olduğu gibi A-B-C  harfleriyle başlamak yerine E-L  harfleriyle başlandığı  konularında ciddi eleştiriler almıştır.

MEB bu eleştirileri dikkate almadan kendi politik kadrosuna yaptırdığı, bazıları çeviri kokan bu programı 2005’te Türkiye genelinde uygulamaya koymuştur. Veliler tarafından dava edilen Türkçe 1-2-4-5. sınıf,  Hayat Bilgisi 1-2-3. sınıf programlarını Danıştay 8. Dairesi “Türk Milli Eğitiminin Amaçlarına  ve  demokrasi kültürü oluşturmaya hizmet etmemesi ve Atatürk İlke ve İnkılâplarına uygun olmaması” nedenleriyle iptal etmiştir. MEB iptal edilen bu derslerin programlarına bazı cümleler ekleyerek yeni bir program yapmış gibi aynı kitaplarla  “2009 programı” diye Talim Terbiye Kurulundan geçirmiş, sanki programlar iptal edilmemiş  gibi davranmıştır.

PISA, TIMMS gibi uluslararası ölçme sistemlerinde başarıyı yükselteceği iddiasıyla hazırlanan 2005  öğretim programlarında  ihtiyaç analizi, yetkin kişilerden program ekibi oluşturma, program taslağını hazırlama, materyal üretme, pilot uygulama, öğretmen eğitimi yapma, pilot uygulama sonuçlarını program taslağına yansıtma ve programı kademeli olarak uygulama gibi bilimsel bir yol izlenmemiştir.Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak Türkiye’de programlar çağın anlayışına göre, 1965’ten  2000’li yıllara kadar üniversitelerin Eğitimde Program Geliştirme bilim aianından akademik destek alınarak  deneyimli öğretmenlerin de katılımıyla hazırlanmış ve MEB’de bu alanda nitelikli bir kadro oluşmuştu. 2002’den itibaren iktidar bu donanımlı kadroyu Bakanlıktan uzaklaştırmış, tercih ettiği kişileri getirmiştir. Bu uygulamalar bilim dışı ve politik uygulamalardır. Eğitim programları liyakatsız insanların eline teslim edilemez.

“Eğitimde Program Geliştirme,” bilimsel yöntemlerle çalışan bir bilim alanıdır, farklı yaklaşımları, modelleri uygulayan ve ekip çalışmasını gerektiren bilimsel araştırma sürecidir. Programlar kazanılması beklenen bilgi, beceri, tutum, değer ve yetkinliklerden, bunların hangi içerikle, hangi ortamlarda hangi öğretim ilke ve yöntemleri ile gerçekleştirilebileceği ve nasıl değerlendirileceğini belirleyen önerilerden oluşturulan, sürekli olarak geliştirilmesi gereken bilimsel ve teknik materyallerdir. Programların hazırlanması, denenmesi, değerlendirilmesi ve geliştirilmesi  bir süreçtir ve bilimsel yöntem uygulanarak yapılması gerekmektedir. Program geliştirmede 2002’den sonra izlenen yol bilim dışıdır.

Henüz Cumhuriyet ilan edilmeden, Kurtuluş Savaşı devam ederken Mustafa Kemal 1921’de Maarif Şûrasını toplamış, o günkü adıyla “müfredat” çalışmalarını başlatmıştır. Zaman zaman duraklamalar görülse de çok önemli program geliştirme uygulamaları yapılmıştır. Köy Enstitüsü Programları, İlkokul Programları, Köy Kadınları Kurs Programları ve daha bir çok program örneği verilebilir. Amacı tartışmalı olsa da Temel Eğitime Destek Programı gibi projelerle de Türk eğitim sisteminde ciddi bir program geliştirme birikimi oluşmuştur. MEB’in donanımlı kadroları üniversitelerden danışmanlık desteği alarak bilimsel ilkeler çerçevesinde Dünya Bankasının program geliştirme modeliyle  birçok dersin programını  hazırlamıştır. (Örn: 1998 1-3. sınıflar Hayat Bilgisi, 2000 4-8. sınıflar Fen Bilgisi) Müfredat Laboratuvar Okullarında (MLO) program konusunda eğitilmiş öğretmenlerle pilot uygulamaları, değerlendirmeleri yapılıp kitapları yazıldıktan sonra yaygınlaştırılan bu programlar henüz mezun vermeden, 2005’te uygulamadan kaldırılmış, yerine 2005 programları uygulanmıştır. İlk beş sınıfı kapsayan 2005 öğretim programının ardından 6-7 ve 8. sınıf programları kademeli olarak uygulamaya konmuş, lise programları ise yetkin olmayan başka ekipler tarafından  hazırlanmıştır.  Üniversitelerin, öğretmen meslek örgütlerinin, velilerin eleştirdiği, itiraz ettiği, hatta dava ettiği 2005 programı israrla uygulanmış ve 2016’da mezun vermiştir. PISA ve TIMMS gibi uluslararası ölçme sistemlerinde 15 yaş çocuklarının başarısını yükselteceği iddiasıyla bir reformmuş gibi uygulanan bu programlarla PISA ve TIMMS’de Türkiye’nin başarısı yükselmemiş hatta bazı alanlarda düşmüştür. Benzer bir başarı düşüşü üniversite giriş sınavlarında da gözlenmiştir.

2012’de 6287 sayılı yasa ile seksen yıl büyük mücadelelerle elde edilen cumhuriyet birikimlerine büyük bir darbe vurularak 4+4+4 yapılanmasına gidilmiştir. Bu yapılanmanın yanlış olduğu konusunda eğitim bilimleri, çocuk gelişimi, çocuk psikolojisi, çocuk psikiatrisi uzmanları, eğitim fakültelerinin yönetim kurulları, bazı üniversitelerin senatoları, eğitim sendikaları yöneticileri, öğretmenler, veliler, politikacılar, sanatçılar görüş bildirdiler. Yasanın çıkmasını engellemek isteyen muhalefet milletvekilleri fiziksel olarak hırpalandılar. Protesto eden öğretmen örgütleri, veliler dövüldü ve biber gazıyla püskürtüldü. Akla, mantığa, bilime ve demokrasi ilkelerine aykırı olan 4+4+4 yapılanması ile;

1. Eğitim kesintili hale getirilmiştir. İsteyen ilk 4’ten sonra Kur’an Kurslarına, açık öğretime gidebilecektir. Sekiz yıllık zorunlu eğitim ile 14 yılda ikinci kademede okullulaşna oranı %85’lere ulaşmışken bu yasa ile çocuklar, özellikle de yoksul aile çocukları okulu terk ederek ya bazı cemaatlerin yurtlarına ya çocuk işçiliğine ya da küçük kız çocukları babası, dedesi yaşındakilere teslim edilmiştir. (Din görevlileri de televizyonlardan 6 yaşındaki kızlarla evlenilebilir fetvaları vermiştir.)

2. İlkokula başlama yaşı 60-66 aya düşürülmüştür. Okulöncesi eğitim deneyimi yaşamadan 60 aylık çocuklar aileleri istemese de ilkokula kaydedilmiştir. Okullar sıra, tuvalet, oyun alanı vb. açılardan fiziksel olarak, 60 aylık çocuğun gelişim özelliklerini, psikolojisini, nasıl eğitileceğini bilen oğretmene sahip değilken, bu yaş çocukları için hazırlanmış bir öğretim programı yokken, (öğretmenler yetkin olmayan kişilerin hazırladığı, içi yanlışlarla dolu, adına “uyum programı” denen bir kitabı uygulamaya mecbur edilmiştir) çocuğunu okula göndermeyen veliler ceza ile tehdit edilerek çocuklar adrese dayalı olarak elektronik ortamda okullara kaydedilmiştir. 2012’de 60 aylık ve 83 aylık çocuklar aynı sınıfa alınmış, çocuklara travma yaşatılmış, bir milyon çocuğa dönüşü olmayan zararlar verilmiştir. 60 ay uygulaması ile yaşanan sorunları  belirleyen bazı bilimsel araştırmalar sonunda 2013’de 60 ay zorunluluğu 66-68 ay olarak değiştirilmiştir.

3. Ses temelli okuma ve eğik el yazısına geçilmiştir. Okuma yazma konusunda yapılan araştırma bulguları çocukların küçük kas gelişiminin uygun olmadığını vurgulamasına karşın üstelik eğik el yazısı öğretmeyi bilmeyen öğretmenlerle bu uygulamada da israrcı olunmuştur. Okulda öğretilen eğik el yazısını kitap, dergi, gazete vb. yazın ortamında hiç görmeden, öğrendiklerinin yaşamla bağlantısını kuramayan bir nesil ziyan edilmiştir. 2012’de başlanan bu uygulama konusunda bilim çevrelerinin eleştirilerine kulak tıkanmış, beş yıl sonra 2017’de “eğik el yazısı” uygulamasından vazgeçildiği duyurulmuştur.

4. 1982 T.C. Anayasasında Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi (DKAB) dersi gerici ve bilim dışı bir uygulama olarak zorunlu ders olarak yer almıştır. 4+4+4 yapılanması ile 60 aylık iken ilkokula başlayan çocuk, 4. sınıfa geldiğinde henüz 8 yaşında olacaktır. Soyut düşünme yetisi gelişmemiş 4. sınıf öğrencisinin öğretim programında DKAB dersi, 9-13 yaşındaki ortaokul öğrencisinin programında ise buna ek olarak seçmeli “Kur’an-ı Kerim, Hazreti Muhammed’in Hayatı ve  Temel Din Bilgileri” dersleri yerleştirilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) zorunlu DKAB dersinin bir insan hakkı ihlâli olduğu kararına karşın 8. sınıf öğrencilerinin girdiği TEOG sınavında sorulan soruların 1/5’i DKAB dersinden sorulmaktadır. Bu yapılanma ile bütün meslekî teknik okulların ortaokulları kapatılmış, yalnızca İmam Hatip okullarının ortaokul kısmı açılmış ve çocuklar 9 yaşından başlayarak İmam Hatiplere yönlendirilmiştir.

5. 4+4+4 yapılanması ile kesintili eğitimi getiren uygulama, yoksul aile çocuklarının örgün eğitim dışına çıkmasına neden olmuştur. Açık ortaokul, açık lise zaten okul masraflarını karşılayamayan, çocuğunun para kazanmasını, ailenin geçimine katkı sağlamasını isteyen, kızını okula göndermek istemeyen aileler için bir fırsat gibi görünmüştür. Çocuğunu zorunlu eğitime göndermemenin cezası hapsedilmek iken bu iktidar, 2004’te cezayı paraya çevirmiştir. Açık öğretim, çeşitli nedenlerle öğrenim yaşını geçirmiş kişiler için sağlanan bir olanaktır. Okul yalnızca diploma alınan bir kurum değil, toplumsallaşmayı sağlayan dünyayı, ülkeyi, yakın çevreyi, insanı, düşünmeyi sağlayan kültürlenme sürecidir. Sosyal devlet, zorunlu eğitimi açık öğretimle yapmaz. Anayasaya göre Devlet, zorunlu eğitimi kamu kurumlarında ve ücretsiz olarak bütün yurttaşlarına sağlamalı, yoksul aile çocuklarına parasız yatılılık ve burs olanakları tanımalıdır. Açık öğretim uygulamasıyla yoksul aile çocukları örgün eğitim dışına itilirken diğer yandan paralı eğitim desteklenmiştir.

6. MEB. kamu okullarını velilerin parasal desteğine terk edip 2017-2018 öğretim yılında sayısı 340.000’i bulan okulöncesi, ilk, ortaokul ve lise öğrencisine özel okullarda okumaları için yılda 4.000TL.’ye yakın parasal destek sağlayarak özel okulları desteklemektedir.

7. MEB yapılandırdığı öğretim süreçleri, TEOG, YGS, KPSS vb. sınav sistemleri ile öğrencileri dersane desteği almaya mecbur etmiş, Cemaat dersanelerini kapatacağım derken, dünyada benzeri görülmemiş “Temel Lise” adında garabet bir kurum üretmiştir. Bu yaklaşım ve uygulamalar eğitim hizmetlerinin paralılaştırılmasına ve yoksul aile çocuklarının örgün eğitim sistemi dışına atılmasına neden olmuştur.

2013, 2014 ve 2015’de MEB, bazı sınıfların bazı dersleri için “Öğretim Programı”  hazırlamış ve uygulamaya koymuştur. Bu programlar uygulanmakta iken öğretim yılının ortasında, henüz değerlendirme yapılmadan, MEB yeni bir taslak program hazırladığını, askıya çıkardığını, görüşler almak istediğini WEB sitesinden duyurmuştur.

Bütün bu değişiklikler, öğretim programlarıyla ilgili bir değerlendirme çalışması yapılmadan uygulanmakta olan  programların sorunlarını  analiz  edip;  bu sorunları ortadan kaldırmaya yönelik bir program değişikliği yapılamadığı için yeni dedikleri her değişimin öğrenci başarısında ya da performansında bir ilerlemeye yol açmadığı, aksine çocuklarımıza ve gençlerimize, dolayısıyla da ülkemizin geleceğine zarar verdiği gözlenmektedir. Altı yaşından 18 yaşına kadar öğretim sürecinin içinde olan geleceğin erişkinlerine, son 15 yılda yapılan, her biri yenilikler, reformlar getirdiği iddia edilen bu değişiklikler, ihmaldir, istismardır, çocuklara uygulanan zihinsel şiddettir.

MEB’in 6 Ocak 2017 tarihinde kamuoyuna duyurduğu  ve 10 Şubat’a kadar askıya çıkardığı “Öğretim Programı Taslak”larına ilişkin çok çeşitli kurumlar, eğitim sendikaları,  öğretmenler ve veliler eleştirilerini ve önerilerini belirtmiştir. Ancak  18.Temmuz.2017 günü kabul edildiği açıklanan programlar taslakla belirgin farklılık göstermemektedir. Programı açıklayan üst düzey yöneticiler hazırlık öncesi veli, öğretmen ve yöneticilere anket uyguladıklarını belirtmiştir. Çok sayıda anket uygulamayı “geniş bir katılım” diye yorumlayan bir anlayışla yazılan  programla ilgili olarak ankette neler sorulduğu ve yanıtların istatistiksel sonuçları ile ilgili bilgi verilmemiştir. Hangi katılımcılar Evrim kuramını, Atatürk’ü, Kurtuluş Savaşını gereksiz gördü, hangi katılımcılar cihat, muamelât, ukubat kavramlarına yer verilmesini önerdi? Öğretmenler mi, yöneticiler mi yoksa veliler mi? Ya da MEB’i yıllardır yönlendiren, din merkezli bir eğitimi savunan bir öğretmen sendikası ya da kişiler mi?

2017-2018 öğretim yılında uygulamaya konulacak bu öğretim programı, FETÖ’nün Uzakdoğu imamı olan bir İmam Hatip öğretmeninin yazdığı “Eğitimde Anadolu Modeli” kitabından önemli esintiler taşımaktadır. Bu kitapta, “Eğitimde Anadolu Modeli’nde her konuda akıl tek başına doğru bir iş yapan olarak görülmez… Her problemin çözümü akılla olmaz. İnsan bütün problemlerini akılla çözecek ve vicdanî sorularına akılla cevap bulabilecek olsaydı Allah’ın Peygamberlerini kutsal kitaplarla göndermelerine ihtiyaç duyulmayacaktı. Akılla elde edilemeyecek gerçekleri nakil (vahiy) yolu ile elde eder” denmektedir. Cumhuriyet ve Cumhuriyetle gelen kazanımlar  “batının ahlâk yoksunu ve dinimize aykırı materyalist uygulamaların bir taklididir” görüşü savunulmaktadır. Cumhuriyetle gelen eğitim sistemini hatalarla dolu gören, bunun bir örneğini de “Evrim bir ilimmiş, bir hakikatmış gibi okutuldu” diye veren bilim dışı bir anlayışın özlemi bu programlarda giderilmiştir. Biyoloji programında öğretilen “Hayatın Başlangıcı ve Evrim” ünitesi 2017 öğretim programında kendine yer bulamamıştır. Evrim kuramı çocuğa,  çevresiyle  bilinçli olarak etkileşime başladığı dönemden itibaren anlayacağı sözcüklerle ve örneklerle öğretilmelidir. Evrimi anlamak bilimsel düşünebilmek demektir.

Uygulanmakta olan Sosyal Bilgiler dersi programında bulunan “Değerler Eğitimi” 2017 programında bütün derslere eklenmiştir. Bu konuların “öğrencilerin sağlıklı, tutarlı ve dengeli bir kişilik geliştirmelerini sağlamak” için eklendiği belirtilmiştir. Dostluk, arkadaşlık, aile birliğine önem verme, adalet, vefa, eşitlik, özgürlük (bağımsızlık), sadakat, merhamet, güven, saygı, sevgi, hoşgörü, sabır, paylaşma, dayanışma, yardımlaşma, sözünde durma, çalışkanlık, dürüstlük, cömertlik, iyilikseverlik, alçakgönüllülük, misafirperverlik, vicdanlı olma, tarihsel mirasa duyarlılık, cesaret, fedakârlık, vatanseverlik, sorumluluk, paylaşma, iş birliği, temizlik, özgüven vb. değerlere vurgu yapılacağı söylenmektedir. Ancak içerikle değerlerin ilişkisi kurulmadığı için bu haliyle değerlerin programdaki yerine ilişkin doğru bir çıkarım yapmak güçtür. Programlarda milli, manevi ve evrensel değerler kuvvetle vurgulanmasına karşın hangilerinin milli, hangilerinin manevi, hangilerinin evrensel değer olduğu konusunda bir sınıflama yapılmamıştır. Programda yer alan değerlerin ayrıntılı olarak  tanımlanması gerekir. Örneğin, cesaret Aristoteles’in belirttiği gibi düşüncesiz bir gözü karalıkla pısırıklık arasında bir yerdedir (mesotes). Fakat tam nerede olduğu kişinin durumuna göre değişir. Öğretim programlarında gizli ve açık bir şekilde yer alan milli, manevi, ahlâki ve evrensel değerlerin öğrencilere hissettirilerek örtük bir şekilde kazandırılması gerektiğine değinilmiştir. Resmi programda yazılan bütün hedeflerin açık ve anlaşılır olarak, kazandırılma düzeyinin, nasıl ölçüleceğinin de ifade edilmesi gerekir. Resmi programda örtük denmez. Bu bağlamda öğretmen becerisinin ön plana çıktığı dile getirilmektedir. Ancak kazanımların pek çoğunun hedeflediği öğrenme düzeyinin düşük olması yukarıda sıralanan değerlerin içselleştirilebilmesi için de yeterli olmayacaktır.

Bilindiği gibi MEB ile “Hizmet Vakfı” arasında “Toplumsal Duyarlılık Projeleri” kapsamında değerler eğitimine yönelik bir protokol (MEB Hayatboyu Öğrenme Genel Müdürlüğünde çalışan yedi görevli tarafından) imzalanmış ve Hizmet Vakfı bu konuda bir kitapçık hazırlamıştır. Bu kitapçık kapsamında MEB’e bağlı örgün ve yaygın eğitim kurumlarında değerler eğitimi seminerleri verileceği protokole bağlanmıştır. Kitapçıkta bazı olumlu özellikler de yer almakla birlikte daha çok mantık dışı ve hurafelerle desteklenmiş dinî değerlere, “Hastalık ve Müsibetin Anlamı”, bir şairin “Ölüm güzel şey. Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?” ifadesi, “İnsanın hastalık ve sıkıntılarla günahları dökülür” gibi anlatımlar yer almaktadır. Hizmet Vakfı’na hazırlatılan bu kitapçıkta çocuklarımıza öğretilmek istenenler Anayasanın ve Milli Eğitim Temel Yasasının Laiklik, Bilimsellik, Eşitlik ilkelerine, AİHM kararlarına ve imzaladığımız uluslararası sözleşmelere aykırıdır. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti 17-25 Aralık’tan ve 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Hizmet Vakfı/Gülen Hareketini FETÖ adıyla terör örgütü olarak ilan etmiş, yüzbinlerce kişiyi bu nedenle kamu hizmetinden uzaklaştırmış ya da tutuklatmışken 2017 Öğretim Programında Hizmet Vakfı’nın ürünü olan “Değerler Eğitimi”nin bütün derslere neden yayıldığı anlaşılamamıştır. Bu, adına “değer” denen hurafelerin okulöncesinden başlanarak çocuklara benimsetilmesi durumunda o çocuklara öğretim programının gerçekleştirmeyi hedeflediği bilimsel düşünme, eleştirel düşünme, yaratıcı düşünme, yansıtıcı düşünme, karar verme, analiz ve sentez gibi 21. yy. üst düzey düşünme becerileri nasıl kazandırılabilecektir?

Türk Eğitim sisteminde 1924’ten başlayarak hazırlanan ve uygulanan bütün  programlarda  milli, manevi, ahlâki, kültürel ve sosyal değerler yer almıştır. 1926, 1936, 1948 1968 İlkokul programları ve Köy Enstitüsü gibi birçok programla bireylere değerler kazandırılabilmiştir. Bu değerlerin birey davranışına istenen düzeyde dönüştürülememesinin çok farklı nedenleri vardır. Kazandırılmak istenen özelliklerin programlara  yazılması  yalnız başına yeterli değildir. Öğretmenlerin ve okul yöneticilerinin yeterlikleri, sınıf mevcutları, ikili öğretim, okulların fiziksel koşulları, ülkenin refah düzeyi, toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri, şiddet, ülkeyi yönetenlerin çocuklara ve gençlere nasıl model olduğu ve daha bir çok neden öğrencilerde ve toplumda değerlerin oluşmasını etkiler.

Tarih dersi programının değiştirilme gerekçesi programda açıklanmamıştır. Değiştirilen 2017 Tarih Dersi programında Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet dönemi, tarihsel olaylar, gerçek dışı anlatımlarla  verilmiş, boş laflarla ve resmi olmayan bir dil kullanılarak tarihi gerçekler değiştirilmeye çabalanmıştır. Lise Tarih Dersi Öğretim Programında “Aydınlanma düşüncesinin, seküler bir özgürleşme projesi olarak insanı kurumsal din, fizikî çevre (tabiat), toplumsal gelenekler gibi sınırlandırıcılardan bağımsızlaştırma ideali temelinde inşa edildiği vurgulanır” denmektedir. (Bu cümle nasıl bir Türkçe anlatım ise!) Tarih dersi programında kullanılan “kazanım” ifadeleri teknik olarak yanlış olduğu gibi yoruma ve yazarın anlayışına açık, iktidarın tarih tezlerine uygun yazılmıştır. Tarih programında  “Cahiliye Dönemi”ne yer verilmiştir. Oysa cahiliye dönemi tarih bilimi kavramı değil dinsel bir kavramdır. Ayrıca, “Din ve inanç sistemleri ile bağlantı kurabilen” “kadim bilim” ile “bunu reddeden” ve “insanlığın evren, dünya ve kendisine bakışında … değişiklik ve kırılmalar meydana getiren pozitivist modern batı bilimi” arasında karşıtlık kurulmak istenmiştir.  Bu program “Çanakkale Zafer”nin Çanakkale cephesi diye küçültüldüğü, “Türkiye Cumhuriyeti” yerine  Cumhuriyet Türkiyesi diyen, “Kurtuluş Savaşı”nı, “Mustafa Kemal Atatürk’ü”, “İsmet İnönü”yü öğretmeyen, bilimsel gerçeklere aykırı, yanlış bilgi, tarihi çarpıtma, yeni ve yanlış bir tarih yazma çabası içinde bir metindir.

Tarih dersi programından bazı örnekler;

10.4.3 Tekkeler ve ariflerin de bilgi üretimi ve eğitim alanında önemli vazifeler üstlendiğinin vurgulanması, tarikatların hayatımızdaki yerinin anlamı.

10.5.5 Osmanlı Devletinin takip ettiği kara ve deniz politikaları. (Uluslararası ticaret Okyanus’lara giderken).

10.6.2 Osmanlı’da  bütünlük ve istikrarın sağlanmasında padışahın ve tek hanedanın önemine kanıtlar gösterme.

10.7.1 Osmanlı millet sistemi ve çok kültürlülük.

11.5.5 Osmanlı’da darbeler.(Padışahı tahttan indirmeyi darbe olarak değerlendirmiş ve Abdülaziz’den başlatmış).

Türk Kültür ve Medeniyet Tarihi Dersi:

2.2 İlk Müslüman Türk Devletlerinde kadının konumu.(Burada İslam öncesi kadın/İslam’da kadın demeliydi).

3.3 Fatih Sultan Mehmet ile Yavuz Sultan Selim’in adalet anlayışı. (Kardeş katlini yasallaştıran ya da Alevi katliamı sorumlusu olarak görülen Padışahları adalet timsali olarak gösterme çabası. O günkü koşullardaki adalet anlayışını, yapılan yanlışları  21.yy. gencine tartıştırmanın amacı ne olabilir?)

4.3 Vakıf sisteminin dayanışma ve refaha katkıları.

T.C İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük Dersi:

2.2 İstiklal mahkemelerine getirilen eleştiriler.

4.1 Şeyh Sait isyanı, Takrir-i Sükun Kanunu, İstiklâl Mahkemeleri ve Kubilay olayının farklı bakış açısı ve kaynaklarla incelenmesi.

7.1 28 Şubat, 27 Nisan e-Muhturası, 15 Temmuz Darbe Girişimi, PKK, FETÖ, DAEŞ.

7.2 11 Eylül, Arap Baharı, Suriye Mülteci sorunu. (Henüz tartışmalı olan bu konular Tarih dersinin konuları değildir. Güncel siyasi konuların zorunlu eğitimde tartışma konusu yapılması okulu siyasallaştırır).

Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi Dersi:

2.7 Devrim arabası. Günümüzde yerli araba yapma.

3.2 27 Mayıs ile 15 Temmuzu karşılaştırma.

5.3 1990-2017 arasında olan güncelliğini koruyan 11 Eylül, Afganistan’a müdahele, Arap Baharı, Suriye meselesi, PKK, FETÖ. (Bu tür henüz tarihe mal olmamış tartışmalı konular derste iktidar propogandasına dönüşebilir. Toplumda ayrışmaya neden olan konular sınıfa getirilmemelidir. Programın tamamı incelendiğinde 15 Temmuz, FETÖ, PKK, gibi konuların hemen her sınıfın bir konusunun içine yerleştirilme çabası görülmektedir.)

5. Sınıf  Sosyal Bilgiler Dersi “Kültür ve Miras” ünitesinden “Atatürk İlke ve İnkılâpları” konusı çıkarılmış, yerine “15 Temmüz Darbe Girişimi” konusu konmuştur.

Felsefe dersi programında “Nurettin Topçu’nun “İsyan Ahlâkı” adlı eserinden alınan bir metinden hareketle düşünürün görüşlerinin tartışılması sağlanır” ifadesiyle bir “kazanım” yer almaktadır.(Teknik olarak bu cümle bir kazanım ifadesi değil, kitap yazarına direktiftir.) N.Topçu atıf yapılan eserinde ve “Türkiye’nin Maarif Davası” adlı kitabında Cumhuriyete,  cumhuriyet eğitimine, Tevhid-i Tedrisata, Türk Harf Devrimine, karma eğitime, kadının eşitliğine, kadının ev dışında çalışmasına ve üniversite özerkliğine karşı olduğunu yazmaktadır. Dine dayalı bir eğitimi, tarikatların tanınmasını ve Osmanlıcayı savunan Topçu, görüşleriyle sanki  bu programın içine sızmış gibi görünmektedir. Öğretim programı, ders kitabı yazacak gruplara/yazarlara kitaba koyacakları metin ve metnin yazarını işaret etmektedir.

2017 öğretim programı olarak, farklı din ve mezheplere inananlara, laik anlayışa ayrımcılıkla yaklaşan bir metin oluşturulmuştur. Temel Dini Bilgiler dersinde “Sekülarizm adıyla laiklik”, “Bazı İnanç Problemleri” başlığı altında “satanizm” ve “sahte peygamberlik” gibi konularla alt alta verilmiştir.

Öğretim Programına Cihat, Muamelât, Ukubat  konularını yerleştirerek çocuklarına şeriat hukuku öğretmeyi hedefleyen, Öğretim Programından Evrim Kuramını çıkaran, Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’le ilgili konuları azaltan, Cumhuriyet tarihinin ikinci adamı İsmet İnönü’yü yok sayan bir MEB, Laik ve Bilimsel eğitimi reddediyor demektir.

MEB’in öğretim programlarını dinselleştirme, akıldışılaştırma, uydurma, bilimdışılaştırma yolunda aldığı yolda bir sonraki aşama “Düz Dünya Teorisi”ne doğru gidiyor gibi görünmekmekte. Ardından dünyanın öküzün boynuzunda durduğu, depremlerin öküzün yorulmasıyla oluştuğu gelecektir. TÜBİTAK’ın bilimsel olduğunu kabul ettiği ve parayla ödüllendirdiği bazı projelerin konuları:

* Tillo Evliyalarının Kerametlerinin Derlenmesi Projesi.

* Kötü Söz Deneyi.

* Mahremiyet Önlüğü Projesi.

* Hacı Robot Projesi.

* Ayet Okunmuş Fasulye Projesi.

* Başarılarım Genlerimde Saklı. Bu ve bunlar gibi birçok başlıkta projeye(?) öğretmenler ve üniversitelerden denışmanlık hizmeti alınıyor.

Diğer yandan bazı üniversitelerde “Hacamat Merkezi”, “Sülükle Tedavi Merkezi” açılıyor, Devlet büyüklerinin eşleri açılışta kurdele kesiyor.

Bilimsel, teknolojik, sosyal ve kültürel değişmelere ve gelişmelere uyum sağlayacak, bu değişme ve gelişmelere insanlık yararına olmak üzere ivme kazandırarak katkı verecek insanı yetiştirmek, çağdaş toplumların sorumluluğudur. Eğitim sistemi bu nitelikleri taşıyan insan gücünü yetiştirebildiği zaman o toplum ve o ülkenin eğitim sistemini yönetenler sorumluluğunu yerine getirebilir. Eğitim sistemi hazırladığı, denediği, değerlendirdiği, sürekli olarak geliştirdiği eğitim programları aracılığı ile programda belirlediği özellikleri birey davranışına yansıtarak bu görevini yapar. Kısa bir tanımla eğitim programları, çocukların ve gençlerin okul aracılığıyla deneyimleyeceği yaşantılar bütünüdür. Uygulandığı ülkenin yetiştireceği insanların özellikleri öğretim programlarında tanımlanır.

Eğitim programları yalnızca anket uygulayıp anket sonuçlarına bakarak/bakmayarak masa başında yapılamaz. “Eğitimde Program Geliştirme” bir bilim alanıdır. Bu gün Türkiye’deki üniversitelerde “Program Geliştirme” alanında 30’dan fazla profesör, bir o kadar doçent, dünyada yapılan program geliştirme çalışmalarını ve Türkiye’deki program değişikliklerini, bu değişikliklerin etkilerini araştırmalar yaparak/ yüksek lisans ve doktora tezleri yöneterek hizmet vermektedirler.

Eğitim programlarını geliştirme sürecine uygulanmakta olan programların olumlu ve olumsuz yanları, eksikleri bilimsel araştırmalarla belirlenerek başlanır. Paydaşların değerlendirmeleri bilimsel yöntemlerle alınmalı ve programlar çağdaş ve bilimsel gelişmelerin ışığında güncellenmelidir.

Geniş bir katılımla hazırlanması gereken programlar, üyeleri açıklanmayan komisyonlar tarafından hazırlandıktan sonra kamuoyunun görüşlerine sunulmuştur. Kabul edildiği gün açıklama yapan Milli Eğitim Bakanı programın yüz bin veli, yönetici ve öğretmenin katılımı ile hazırlandığını söylemiş, bu güne karar yapılan programlar içinde en demokratik katılımla yapılan program olduğunu iddia etmiştir. Üniversitelerden ve eğitim sendikalarından destek alındığını söylememiştir. İsterseniz tamamına sorunuz yalnızca veli, öğretmen ve yönetici görüşleri katkısıyla öğretim programı hazırlanmaz.  Ülke yönetiminde olduğu gibi “Öğretim Programı Geliştirme” sürecinde de gerçek anlamda katılımcı anlayış terk edilmiş gibi görünmektedir.

Öğretim programlarının deneme uygulaması yapılmadan, 2017-2018 öğretim yılında ülke genelinde kademeli olarak 1, 5 ve 9. sınıflarda uygulanacağı, daha sonraki bir tarihte de tamamının aynı yıl uygulanacağı söylenmiştir. MEB 2005’te yaptığı hatayı bu kez hiç deneme uygulaması yapmadan daha büyük bir yanlışla tekrarlamaktadır. Bu uygulama Program Geliştirme bilim alanı ilkelerine aykırıdır.

Müfredat değişimi diye duyurulan bu metinler teknik anlamda “Öğretim Programı” olarak adlandırılamaz. Bu metinlerde derslerin yalnızca yanlış yazılmış  kazanımlarına ve içeriklerine yer verilmiş, “Eğitim Durumları, Ölçme ve Değerlendirme” boyutlarına yer verilmemiştir. Programlar bu hali ile farklı kaynaklardan yetiştirilerek istihdam edilen ve hizmetiçi eğitimlerle mesleki gelişimi yeterince sağlanmayan öğretmene ve öğretim materyali hazırlayacaklara kılavuzluk edemez. 

Öğretim programları bu haliyle teknik olarak yanlış ifade edilmiş kazanımlar listesinden ve altında yazan “değinilir”, “üzerinde durulur”, “yer verilir” eylemlerinden ibarettir. Öğrencilerin ilk, orta ve lise öğrenimi sonunda neleri kazanacakları, neleri yapabilecekleri ve hangi yetkinliklere sahip olacakları daha ayrıntılı olarak tanımlanmalı, dersler arasındaki bağlantılar tablolar halinde verilmelidir.

Bu metinde “programların basitleştirilerek, hacminin daraltılacağı, bilgiden çok analiz yeteneğini geliştirecek bir program” oluşturulduğu belirtilmiştir ama hazırlanan programların tümünde kazanımların düzeyleri ve içerikleri bu özelliklere uygun değildir. Kazanımların işaret ettiği öğrenme düzeyleri çoğunlukla alt düzeylerdedir. Kazanımlar daha çok alt öğrenme (bilme, anlama ve biraz da uygulama) düzeylerdedir. PISA ve TIMMS gibi uluslararası sınavlarda kullanılan yeterlik düzeyleri dikkate alındığında 2017 öğretim programlarının kazanımlarının  çoğu alt düzeylere karşılık gelmektedir. Halen uygulanmakta olan eğitim programlarının kazanımları da çoğunlukla alt öğrenme düzeyindedir.Bilgiyi farklı şekillerde kullanma ve yeni bilgiler üretme becerilerini kapsayan üst düzey düşünme becerilerinin, sistematik olarak derslerin yatay ve dikey bağlantıları da düşünülerek yerleştirilmesi gerekmektedir.

2017 Öğretim Programları dersler arasında yatay ve dikey ilişkiler dikkate alınarak örgütlenmemiştir. Farklı derslerde gerçekleşen öğrenmelerin birbirini desteklemesi, anlamlı bütünlüğün sağlanması için öğretim programlarının içeriğinin disiplinlerarası bir yaklaşımla örgütlenmesi ve tekrarlara düşmemesi gerekmektedir.

Becerilerin öğretimine ilişkin ilk, orta ve lise öğretim programlarında tutarlı bir çerçeve sunulmamıştır. Kazandırılmak istenen beceriler, sınıf düzeylerine göre ve aynı sınıf düzeyinde ders içi ve dersler arası ilişkiler dikkate alınacak şekilde planlanmalıdır.

Öğretim programlarında ölçme ve değerlendirme konusunda uygulama örnekleri verilmeli ve örnek formlar eklenerek ölçme değerlendirme sürecinde yapılabilecek çalışmaların  öğretmen için  anlaşılır ve açık hale getirilmesi sağlanmalıdır.

Son 15 yılda meydana gelen gericileşmelerin önemli nedeninden biri  MEB’in hazırladığı programlar olmakla birlikte diğer nedenler de çok önemlidir. Bunların bazıları:

1. Fetullah Gülen’e övgüler dizen, aşırma suçu işlediği için YÖK tarafından Profesörlük ünvanı iptal edilen, 1995’te bir konuşmasında ‘laiklik ilkesinin yerinin İslam ile bütünleşmesinin gerekli olduğunu’ söyleyen kişilerin Milli Eğitim Bakanı yapılması.

2. Milli Eğitim Bakanı değil de devleti yöneten birinin oğlu tarafından MEB üst düzey yöneticilerine ‘bütün okulların İmam Hatipleştirileceği’ direktifinin verilmesi.

3. Ülke çapında yapılan merkezî seçme ve sıralama sınavlarının şifrelenmesi, soruların belli kesimler tarafından çalınması, puanlamalarda, yerleştirmelerde büyük yanlışlar yapılması.

4. Diyanet ya da çeşitli din görevlileri tarafından bilim dışı, akıl dışı hatta din dışı açıklamalara düzeltme yapılmaması.

5. Devleti yönetenler ve yetkin olmayan kişilerin  bazı öğretim programlarını yanlış ve uydurma bilgilerle yazmaya çalışmaları. Yeni bir tarih yazma çabaları.

6. Liyakata değil de yandaşlığa dayalı öğretmen ve okul yöneticisi atamaları.

7. Öğretim hizmetinin paralılaştırılması. Eğitimde fırsat ve imkân eşitliği ilkesinin çiğnenmesi. Böylece varlıklı ve yoksul arasındaki farkın daha da derinleştirilmesi.

8. Ülkeyi yönetenlerin özellikle kadınların yaşam biçimine, kaç çocuk doğuracağına, doğumu hangi yöntemle yapması gerektiğine karışması. Kadın ve erkeğin eşit olmadığı görüşünde israr edilmesi.

“Demokrasi bir tramvaydır, gideceğin yere varınca inersin” diye gelen İktidar nereye varacak, nerede tramvaydan inecek, kendi iradesiyle  inebilecek mi, yoksa bu ülkenin Atatürk İlkelerini özümsemiş yurttaşları onu bu sanal tramvaydan demokratik yollarla indirebilecek mi?

Sonuç

1. MEB 15 yıldan beri Eğitim Bilimlerinin ilkelerini çiğneyen bir anlayışla programlar hazırlatıp, meslek ve bilim alanı çevrelerinin bütün eleştirilerine karşın bunları uygulamakta ısrar etmektedir. Bu hazırlatılan metinlerin teknik olarak “Öğretim Programı” olduğu söylenemez.

2. Eğitim Programlarını hazırlamakla görevlendirilen, kamuoyuna nitelikleri ve yetkinlikleri açıklanmayan bu kişilerin hazırladıkları metinler bilimsel yanlışlar içermektedir.

3. Hazırlanan bu programlar Anayasanın “Türkiye Cumhuriyeti toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlatışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” 2. maddesine, AİHM kararlarına, Türk Milli Eğitiminin Amaçlarına, Genellik ve Eşitlik, Bilimsellik, Süreklilik, Laiklik, Zorunlu Eğitim İlkelerine aykırıdır.

4. MEB’in hazırlayıp uyguladığı programlar bilim dışı, yanlış din bilgileri ve hurafeler içeren, FETÖ ya da bazı din ağırlıklı grupların, sendikaların, Vakıfların yayınlarında gösterdikleri hedeflere ve söylemlerinde savundukları görüşlere hizmet etmektedir.

5. 2017 Öğretim Programı,  Cumhuriyetin ülkeye kazandırdığı bütün değerleri yok etmeye ve yerine Ortaçağ değerlerini öğretmeye çalışmaktadır.

6. MEB, hazırladığı öğretim programları ile belirlediği ortaçağ insanını Cumhuriyet öğretmenleri ile yetiştiremeyeceği endişesiyle Hizmet Vakfı, Ensar Vakfı, Birlik Vakfı, Türkiye Gençlik Vakfı(TÜGVA) ve İlim Yayma Cemiyeti gibi çeçitli dinî kuruluşlarla eğitim anlaşmaları yapmıştır ve böylece amacına ulaşmayı garantiye almak istemiştir.

Türkiye gibi büyük bir ülke, bilimsel yöntemlerle hazırlanan ve geliştirilen, kendi özelliklerine uygun bir programı hak etmektedir.  Öğretim programlarının niteliği, ülkemizi hak ettiği yere taşıyacak nesillerin yetiştirilmesi açısından çok önemlidir. Bunu gerçekleştirmeden insanımızın dünya ülkelerinin bireyleriyle yarışma şansı yoktur.

Öneriler:

1. Öğretim programlarının hazırlanması ve geliştirilmesine uzmanlar eşliğinde,  katılımcı bir anlayış ile, uygulanmakta olan programlar bilimsel yöntemlerle değerlendirilerek ihtiyaç analizleri yapılarak başlanmalıdır.

2. Derslerin içeriklerinin yatay ve dikey bağlantıları dikkate alınmalı, bilgiler, beceriler ve değerler, araştırma bulguları dikkate alınarak belirlenmeli, taslak program yansıtıcı değerlendirme sonuçlarına göre yapılan değişikliklerle deneme uygulaması yapılmalı, değerlendirilmeli ve iyileştirmelerden sonra uygulanabilir hale getirilmelidir.

3. 21. yy.’da bilim uzmanlık alanlarının derinleştiği, bağlantılı olarak ilgili bilim uzmanlığı alanlarının biraraya gelerek ekip çalışmalarının şart olduğu bu dönemde  MEB, ülkenin geleceğini belirlemek anlamına gelen Eğitim-Öğretim Programlarını  bu alanlarda yetişmemiş insanların elinden kurtarmalıdır.

4. Bilimsel ilkelere uygun olarak ülkenin gereksinimlerini karşılayacak büyüklükte Eğitim Programları, Öğretim Teknolojisi, Eğitimde Ölçme ve Değerlendirme Merkezi kurulmalıdır.

SON SÖZ: YÜCE ATAM, SÖZ VERİYORUZ!

Kurduğun ve bize emanet ettiğin Türk İstiklâl ve Cumhuriyetine uzun yıllardır yapılmakta olan yıkım planlarına ve uygulamalarına karşı, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili gibi görünen dış güçler ve onun uzantıları olan içteki düşmanları dehşet içinde izliyoruz. Cebren ve hile ile kozmik odalara girildi, Ergenekon Balyoz kumpasıyla ordumun özgürlük, bağımsızlık ve cumhuriyet sevdalısı her düzeyden subayı, demokrat gazetecileri, cesur televizyoncuları, güçlü rektörleri, öğretim üyeleri, millet vekilleri ve parti başkanları vatan hainliği, demokrasi düşmanlığı ve darbe planlama/aklından geçirme vb. ile suçlanarak zındanlara atıldı. Kimileri de yaratılan bu dehşet ortamında korkutularak sindirildi. Ülkemin kılcal damarlarına kadar sızdırılmış, yerleştirilmiş örgütlerin dış destekli darbe girişimi sonrası suçlu suçsuz birbirine karıştı. Orduma darbe yapıldı. Millet, kurulan bu düzenlemede işsiz, güvencesiz fakr-u zaruret içinde harap ve bitap düşmüş, yönetenlerin sadakasına muhtaç hale gelmiştir. Şaibeli oylamalarla şeriat öğretmeyi amaçlayan öğretim programlarıyla cumhuriyet tehlikededir.

Yüce Atam!     

Bütün bu ahval ve şerait içinde vazifemin Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmak olduğunu, damarlarımızdaki asil kanda bu kudretin var olduğunu biliyoruz.

“Özgürlük ve bağımsızlık bu ülkenin karakteridir” Bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olan ülkelerin işgalinden, on milyon nüfusla Kurtuluş Savaşı vererek ülkemizi nasıl temizlediysek, seksen milyonla bunu yine ve daha güçlü yaparız. Dünyada Mustafa Kemal gibi bir deha yetiştirmiş başka bir ülke yoktur.

EKLER: Aşağıda MEB’in eğitim hizmetlerini teslim etmek amacıyla çeşitli vakıflarla yaptığı sözleşmelerin ilk ve son sayfaları verilmiştir.

Ek I. Hizmet Vakfı ile yapılan sözleşme

Ek 2. Ensar Vakfı ile yapılan sözleşme

Ek 3. Birlik Vakfı ile yapılan sözleşme

Ek 4. Türkiye Gençlik Vakfı(TÜGVA) ile yapılan sözleşme

Ek 5. İlim Yayma Cemiyeti ile yapılan sözleşme

Eğitimimizin Son 15 Yılı Ve Seçeneklerimiz Sempozyumu

Çankaya Belediyesi, Eğitim-İş Ankara 1 ve 2 Nolu Şubeler, Tüm Öğretim
Elemanları Derneği ve Ulusal Eğitim Derneğince birlikte düzenledikleri
“Eğitimimizin Son 15 Yılı ve Seçeneklerimiz” konulu sempozyum (bilgi şöleni)
yapıldı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir