“Gecikmiş Bir Reform Müfredatın Demokratikleştirilmesi” Başlıklı Metne İlişkin Görüşler
Birkaç gün önce “Gecikmiş Bir Reform Müfredatın Demokratikleştirilmesi” başlıklı 132 sayfalık bir metin internete düştü. Bazı ekranlarda bir grup insanın bu metnin ne kadar önemli ve değerli olduğunu anlattıkları da izlendi. “Eğitim Programları ve Öğretim” alanında 40 yıldan fazla emek vermiş, “Öğretimin Demokratikleştirilmesi”, “İnsan Hakları Eğitimi” konularında araştırmalar yapmış, yayınlamış henüz emekli olmuş bir profesör olarak bugün artık kullanılmayan “müfredat” sözcüğü ile “Eğitim Programları”nı kastettiklerini düşündüm ve görüşlerimi yazmam şart oldu.
Metni , Eğitim-Bir-Sen hazırlamış. Müfredatın demokratikleştirilmesini istediğini söyleyen bu sendikanın Web sayfası incelendiğinde: 1992 yılında kurulduğu, tanıtım filminde onlarca kurucusundan yalnızca üçünün kadın olduğu, kadınların başını bağlaması konusunda büyük eylemler yaptığı, bazı eylemlerinde üyelerinin elleriyle Rabia işareti gösterdiği, sekiz yıl kesintisiz temel eğitime karşı olduğu ve dolayısıyla 4+4+4’ü savunduğu(bunlar metnin içinde de savunuluyor) ayrıca son 10- 15 yılda AKP iktidarının yaptığı değişikliklerde emeği ve katkısı olduğu anlaşılıyor.
Ali Yalçın imzalı “Takdim” sayfalarında çalışmanın yöntemi, izlenen değerlendirme yaklaşımı ve modeli, değerlendirilen programların çalışma evrenindeki yeri, hangi programların hangi ölçütlerle seçildiği konularında bilgi verilmemiştir.(Zaten bir program değerlendirme yaklaşımı ve modeli de izlenmemiştir.) Değerlendirilen programların 2016 Haziran ayı itibariyle Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı (TTK) sitesinde güncel halde bulunan ve bu yıl uygulanan mevcut programlar olduğu belirtilmiştir. Yani en eskisi bile 2005’de AKP iktidarının hazırlayıp bir “reform” yapıyormuş gibi uygulamaya koyduğu programlardır. Bilindiği gibi 2005’de MEB, mevcut programlarla PISA ve TIMSS gibi uluslararası sınavlarda başarısızlığımızı gerekçe göstererek, ilköğretim 1-5, daha sonraki yıllarda da kademeli olarak 6-7-8 ve lise programlarını büyük iddialarla değiştirmiştir. Programların hazırlanma sürecinde eğitim programları alnındaki bilim insanlarının yer almadığı, programların farklı alandan kişilere teslim edildiği, bilimsel ilkelere uyulmadan hazırlanan bu programlarla ilgili üniversitelerde yapılan araştırmaların bulguları doğrultusunda yapılan eleştiriler MEB tarafından ciddiye alınmamıştır. Bazıları velilerin şikayeti üzerine Danıştay tarafından iptal edilen, küçük düzeltmelerle 2009 programı diyerek ısrarla uygulamaya konan bu programların ciddi bir program değerlendirme araştırması da yapılmadan MEB’in kararıyla başarısız olduğuna karar verilmiştir. Acele acele yanlışlarla dolu kitaplar yazdırılan ve ücretsiz dağıtılan kitapların içinde bir cemaatin reklamının yapıldığı, örtük iletiler verildiği anlaşılınca (kitaplarla ilgili çok sayıda bilimsel araştırma yapılmış ve yayınlanmış olmasına karşın MEB durumu ancak 15 Temmuzdan sonra anlamıştır) da kitaplar iptal edilmiştir. 2015’de MEB çok sayıda dersin programını yeniden değiştirmiştir.(Yine el yordamıyla, bilim dışı yöntemlerle.)
Eğitimde Program Geliştirme dünyada 19.yy’ dan beri, Türkiye’de 1965’den beri lisans, yüksek lisans ve doktora düzeylerinde eğitim veren bir bilim alanıdır. Bilimsel yöntemlerle çalışır. Program hazırlama ve geliştirmede farklı alan uzmanlarının bilgi ve donanımlarını birleştirerek, bilim alanının ilkeleri doğrultusunda ve sistem yaklaşımıyla çalışıldığında başarıya götüren programlara ulaşılabilir. 2000’lerin başına kadar MEB, program çalışmalarında hem üniversitelerdeki uzmanlardan destek alırdı hem de zaten Program Geliştirme uzmanlarını istihdam ederdi. MEB’de ciddi bir program geliştirme birikimi oluşmuştu. AKP iktidara gelir gelmez bu uzmanları görevlerinden uzaklaştırdı ve yerlerine konunun yabancısı kişiler geldi. Bugün MEB hukuk, işletme, iktisat gibi alanlardan mezun olanları eğitim uzmanı yapmaya çalışıyor.
Program geliştirmeye, uygulanmakta olan programı bilimsel yöntemlerle değerlendirerek ve ihtiyaç analizi yaparak başlanır. Başarılı ülkelerin programlarını taklit ederek, farklı dillerden çeviri yaparak yazılan program taslakları ile bir yere varılmaz. MEB’in 2005’den beri yaptığı hiç bir program öncesi ihtiyaç analizi yapılmamış, programa uygun altyapı düzenlenmemiş, öğretmenler programların uygulanması konusunda yeterince eğitilmemiş, programın uygulanma sürecinde ve bitiminde sistematik değerlendirmeler yapılmamıştır.
2012’de uygulamaya konan 4+4+4 yapılanması programları da, öğrencileri de perişan etmiştir.(Bu konuda yapılmış bilimsel araştırmalara ulaşılabilir)
Metnin Atilla Olçum imzalı “Teşekkür” sayfasında “mevcut öğretim programlarının inceleme ve değerlendirilmesini insan, irfan, medeniyet hassasiyeti, demokratik duyarlıkla ve akademik disiplinle yapan” 45 kadar akademisyene “içerik ve teknik katkıları için teşekkür” edilmiştir. Bir kısmının özgeçmişi araştırıldığında çeşitli üniversitelerde çalıştıkları, tarih, coğrafya, kimya, psikoloji, Türkoloji, din eğitimi, ölçme-değerlendirme vb. farklı alan uzmanı oldukları, bazılarının değerler eğitimi çalıştığı, birinin Ensar Vakfı kurucusu olduğu görülebilir. İçlerinde akademik çalışmaları program geliştirme/program değerlendirme olan birine rastlanmamıştır. Paragrafın devamında 90 şubede kurulan komisyonlarda “uygulamaya dönük bilgi ve önerileri, reel gerçekliği (ne demekse?) tespit” eden öğretmenlere teşekkür edilmiştir.
“Yönetici Özeti”ne ayrılan 5-6 sayfada, Eğitim-Bir-Sen’in bu çalışmayı ne söylemek için yaptığı, nelerden rahatsız oldukları özetlenmiştir:
*”Cumhuriyet elitleri, dini bağların güçlü olduğu ümmetçi bir toplumdan seküler bir Türk ulusu inşa etmeyi kendilerine hedef olarak tanımlamışlardır.”
*”Kemalizm, Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze eğitim sistemi üzerindeki etkisini sürdürmektedir. Bu ideoloji, devleti bireye önceleyen, farklılıklara izin vermeyen ve tek tipçi bir eğitim anlayışını dayatmaktadır.”
*”Anayasa‘ daki hükümler, eğitime ilişkin yasalar ve yönetmelikler, eğitimin Atatürk ilke ve inkılaplarının ötesinde farklı değerlerle eğitim yapılamayacağı belirtilmiştir.” *”Türkiye’nin başta ilgili mevzuat olmak üzere eğitim sisteminin insan haklarına duyarlı ve muhtelif toplumsal kesimleri dışlamayan bir şekilde yeniden kurgulanmasına ihtiyaç vardır.” *”Türkiye’deki mevcut eğitim düzenlemelerinde, müfredatında ve ders kitaplarında toplumun temel değerleri ile tezat teşkil eden ifadeler yer almaktadır.”
*”Türkiye eğitim sisteminin temel kurucu ilkesinin yeniden tasarlanması gerekmektedir.” *”Yeni Türkiye ve demokratikleşme vizyonu, öğretim programlarıyla bütünleştirilmelidir.” *”Talim ve Terbiye Kurulu yeniden yapılandırılmalıdır.”
*”Din eğitimi toplumsal talepler temelinde yeniden yapılandırılmalıdır. ……Türkiye’de din ve ahlak eğitimi OECD ülkelerinde olduğu gibi(yanlış bilgi) birinci sınıftan itibaren verilmelidir.”
“Yönetici Özeti” alt başlığında Eğitim-Bir-Sen kimileri bu çalışmanın kapsamı içinde olmasa da, kimileri algı eksikliği, yanlış anlama ya da yanlış bilgi denebilecek ifadelerle mesajlarını belirtmiştir.
Türkiye’de eğitimin temelleri ve endoktrinasyon başlığı altında;
*Cumhuriyetin ümmetçi bir toplumdan laik Türk Ulusu oluşturulması,*Anayasadan resmi din ifadesinin çıkarılması,
*Arapça ve Farsça derslerinin programlardan kaldırılması,
*Harf devriminin yapılması,
*Pozitivist bir bilim anlayışının, aklın ve bilimin temele alınması kötü uygulamalar olarak nitelendirilmiştir.
“Bu ideoloji devleti bireyi önceleyen, farklılıklara izin vermeyen ve tek tipçi bir eğitim anlayışını dayatmaktadır.”denmektedir. Kendisine eğitimci diyen bu grup Eğitim Bilimine Giriş dersi almış olsaydı, eğitimin politik temelleri konusunda, her politik düzenin bu düzeni geliştirerek yaşatacak bireyler yetiştirmesi gerektiğini, yetiştiremez ise politik düzenin sarsılacağını, bu durumun sürdürülmesi halinde sonlandırılacağını bilirlerdi. (Sendikanın talepleri bu sonucun ortaya çıkmasını destekleyen çabalardır) Eğitim-Bir-Sen bu metne yukarıdaki ifadeleri yazabilmelerine, 1950’lerden sonra eğitim politikalarında söz sahibi olanların Cumhuriyet ilkelerinden verdikleri tavizler neden olmuştur.
Tek tipçi bir eğitim anlayışı yerleşmiş olsaydı bu gün bu metin yazılmamış olurdu.
Mustafa Kemal önderliğinde halkın da örgütlenerek başardığı “Kurtuluş Savaşı”nın ardından, hatta henüz savaş devam ederken Türkiye Cumhuriyeti devleti, yetiştirmeyi hedeflediği çağın insanının özelliklerini belirlemiştir. Devletin ve milletin bütünlüğünün ancak eğitim sisteminin bütünlüğü ile sağlanabileceğini vurgulayan büyük önder, 3 Mart 1924’te Eğitim Birliği Yasasıyla eğitim sisteminde birliği sağlayacak büyük bir adım atmıştır.
Cumhuriyet ilkeleri doğrultusunda başlatılan eğitim seferberliği dünyaya örnek olacak bir başarı göstermiştir. Yedi düvelle savaşmış yoksul bir ülkenin ilk 15-20 yıl başarılı olarak sürdürebildiği dönüşümün ürünleri olan yurtseverler bugün de güçlü bir biçimde bu ilkeleri savunmakta ve yaşatmaktadırlar. Geliştirerek yaşatmayı sonsuza kadar da sürdürecektirler. Ülkenin yaşadığı yönetim zaafiyeti, zaman zaman yapılan askeri müdahaleler, cumhuriyet ilkelerinin uygulanması halinde menfaatleri zarar görecek dinci gruplar, aşiretler ve gelişime ayak uyduramayan kesimler cumhuriyet devrimlerinin yaygınlaşmasının önünde engel oluşturmuşlardır. Bugün müfredatın demokratikleştirilmesi başlığı altında önerilenler de cumhuriyet ilkelerinin yok edilmesi talebinden başka bir şey değildir. Uluslararası ölçme sonuçlarında ne kadar gerilerde olduğumuzun belirlendiği bugünlerde Türk Eğitim sisteminin en temel ihtiyacı bilime dayalı reformları hayata geçirmek iken, demokratikleşme reformu başlığı ile din derslerinin birinci sınıftan başlatılmasının, dünyanın model aldığı Atatürk ilkeleri ve inkılaplarının programlardan kaldırılmasının isteniyor olmasının, 45 kadar akademisyenin katkı verdiği belirtilen bir metinde yer alması kara mizah gibi görünüyor.
Son 10-15 yıldır YÖK’ün ve Üniversitelerarası Kurulun oluşturduğu Doçentlik Jürilerinde adayın başvuru yaptığı alan dışı profesörlere jürilerde görev vermesi, defalarca yanlış yaptıkları belirtilen dilekçelere yanıt verilmemesi, öğretim üyelerinin niteliğini zedelemiştir. Eğitim bilimleri jürilerinde turizm, tarih, giyim teknolojisi, teoloji, arkeoloji vb. profesörleri görevlendirilmektedir. Bu durum ve yaşanan bazı deneyimler, hükümetin paralel yapı olarak nitelendirdiği cemaatlerin bu işte parmağı olduğu izlenimi vermekte, adayların alanında derinleşmeleri engellendiği gibi bilim alanında yetkinleşmemiş kişilerin yetişmedikleri bilim alanında kendilerinde söz söyleme cür’eti bulmalarına neden olmaktadır.
“Evrensel hukuk çerçevesinde Türkiye’de eğitim” başlığı altında eğitim hakkı ve bu hakkın kullanılması ile ilgili yasa, yönetmelik ve sözleşmeler “anne-babaların dinsel ve felsef inançlarına saygı gösterme” ölçütüne göre yorumlanmıştır. Bir eğitim sendikası bu başlık altında çocukların eğitim hakkından yararlanamaması, eğitim hizmetlerinin özelleştirilmesi, örgün eğitim dışında bırakılanlar, çocuk yaşta evlendirilenler, çocuk işçiler, cemaat yurtlarında yananlar, tecavüze uğrayanlar, niteliksiz eğitim hizmetine muhatap olanlar, okulda şiddet yaşayanlar, zorunlu din dersleri, bu konuda AİHM’in kararının uygulanmamasını evrensel hukuk çerçevesinde sorgulamalıydı.
“Talim ve Terbiye Kurulu Misyon ve İşlev” başlığı altında TTK’nın işlevi tartışılarak “Detaylı ders müfredatlarının oluşturulması ise genellikle yerel otoritelere veya okulların kendisine bırakılmaktadır. Türkiye’de de benzer bir uygulamaya geçilmesi, böylece öğretmen ve okulların müfredat oluşturma ve uygulama konusunda daha fazla inisiyatif almalarının sağlanması faydalı olacaktır.” denmektedir. Yıllardır liyakat ölçütü yerine politik atamaların yapıldığı Talim ve Terbiye Kurulunun kurulduğu zaman yüklendiği misyonu yerine getirdiği söylenemez. Bu kurulun ihtiyaca göre geliştirilmesi ve bilimsel yöntemlerle çalışmasının önerilmesi beklenirdi. Eğer öğretmen eğitiminde öğretmeni öğretim programı hazırlama, uygulama ve değerlendirme becerileri ile donatabilmiş olsaydık yani sertifika vererek öğretmen yapmayıp, herhangi bir üniversiteden mezun olanı öğretmen atamasaydık, eğitim bilimleri kadrolarında istihdam edilen akademisyenler eğitimde program geliştirmenin bilimsel temellerine vakıf olsaydı öğretim programlarının yerelde ve okullarda yapılması savunulabilirdi. (Bu metinde öğretmenlerin yazdığı belirtilen bölümler okunduğunda, programı okuyamayan, eğitim terimlerini bile doğru kullanamayan bu öğretmenlerle program hazırlanmasını önermek bir tür elindeki malzemeyi tanımamak olarak yorumlanabilir.)
“Müfredat reformuna ihtiyaç” başlığı altında programların 2012’ye kadar Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda hazırlandığı, ulusal değerleri geliştirmeye yönelik olduğu eleştirilmiş, nihayet 2012 programları ile “Andımız’ın okutulmasının kaldırılması, Milli güvenlik dersinin kaldırılması, 19 Mayıs kutlamalarının okullardan kaldırılması“iyi örnekler olarak övülmüştür. Program reformuna neden ihtiyaç duyulduğu, nereden parasal destek aldığı bilinen “bir ders kitabı inceleme araştırmasının” bulguları gerekçe göstererek savunulmuştur. Bu araştırmada, kitaplarda “vatanım için ölürüm” ifadesi, insan hakları ihlali olarak değerlendirilmiş, kitaplar Kemalist ve aşırı milliyetçi bulunmuştur. 15 Temmuz darbe girişimi henüz yaşamış, terör saldırılarında ve terörle mücadelede her gün onlarca şehit verilen bir ülkede eğitim programlarınızdan vatanı, birliği, milli değerleri kaldırırsanız ülke parçalanır. Bu Sendika kimlerin değirmenine su taşımaktadır?
“Raporun amacı ve kapsamı” başlığında yürürlükteki öğretim programlarını kendi belirledikleri ölçütlere göre değerlendirmeyi, öneriler getirmeyi amaçladıkları yazılmıştır.
Çalışma gruplarının yazdıkları incelendiğinde;
*Bu raporları yazanların, program okur yazarlığı, öğrenme öğretme kuramları ve ölçme değerlendirme konularında bazı sorunları ve yetersizlikleri olduğu anlaşılmaktadır. Örnek: Öğretim Programından öğretmenin nasıl yararlanması gerektiğini, öğretmenin bir teknisyen olmadığını, öğretmenin programı her sınıftaki öğrencisinin hazırbulunuşluk düzeyine göre düzenleme yetkisinin olduğunu, okuttuğu sınıfın gereksinimlerine göre ön öğrenmelere dönmesi gerektiğini, uyguladığı programın ölçme araçlarını da hazırlayabileceğini bilmeleri, ‘kazanımlar işlenirken’ gibi yanlış bir dil kullanmamaları gerekirdi.
Türk Eğitim tarihinde ilk defa 1-5 Kasım 2010’da 18. Milli Eğitim Şurası (MEŞ) Ankara’da “Şura Salonu” varken Ankara dışında bir cemaatin otelinde, 2-6 Aralık 2014’de de 19. MEŞ de Antalya’da yapılmış, eğitim bilimleri alanında uzmanların yoğun olarak bulunduğu Ankara’daki öğretim üyelerinin izleyici olarak katılma taleplerine de yanıt verilmemiştir. 19. MEŞ’in tartışma konuları ve kararları incelendiğinde Eğitim-Bir-Sen’in MEŞ’e yön verdiği görülmektedir. 19.MEŞ’de tartışılanlar:
- Okul öncesi eğitimde değerler eğitimine yer verilmesi. (Değerler eğitimi programı MEB tarafından Hizmet Vakfı’na yaptırılmıştır.)
- İlkokul 1.2. ve 3.sınıflara da Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin konulması.
- 3.İlkokulda Trafik Güvenliği ve İnsan Hakları, Yurttaşlık ve Demokrasi derslerinin haftalık ders çizelgesinden kaldırılması.
- Ortaokulda hafızlık eğitimi alacak öğrenciler için ara verme süresinin 1 yıldan 2 yıla çıkarılması ve ara verilen sürelerde öğrencilere sınav hakkı verilmesi.
- Değerler Eğitimine öğretim programlarında etkin bir şekilde sarmallık anlayışıyla yer verilmesi.
- Ortaokullarda okutulan “T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük” dersi programının gözden geçirilerek güncel anlayışlar ve yöntemler doğrultusunda yeniden yazılması.
- “Osmanlı Türkçesi” dersinin zorunlu bir ders olarak bütün liselerin öğretim programlarında yer alması.
- Anadolu otelcilik ve turizm meslek liselerinin öğretim programlarından ‘Alkollü içki ve kokteyl hazırlama’ dersinin kaldırılması.
- Kutlu Doğum Haftası ve Aşure Günü’nün belirli gün ve haftalar kapsamına alınması.
Burada bir kısmı verilen önerilerle Eğitim-Bir-Sen’in hazırladığı metindeki önerilerin örtüşmesi MEB’in 19. MEŞ’i bu sendikaya hazırlattığı izlenimi vermektedir. 18.03.2016 tarihinde MEB, TTK Başkanlığı’nın web sayfasında “Taslak Öğretim Programları” içinde yer alan 9-10-11 ve 12. sınıflarda gelecek dönemden itibaren okutulacağı belirtilen Tarih Program Taslağı, tam da Eğitim-Bir-Sen’ in önerdiği özellikleri taşıyordu. Komisyonda kimlerin görev aldığı belirtilmiyordu. “Türk”, “Türkiye Cumhuriyeti” diyemeyen, içinde Kurtuluş Savaşı, Mustafa Kemal, Misak-ı Milli kavramları olmayan, yalan yanlış dini bilgiler veren, Osmanlı saray eğlencelerini anlatan Türkçe ve bilgi yanlışları ile dolu bir paçavra idi. Bu program taslağında da tıpkı Eğitim-Bir-Sen’in metninde olduğu gibi “Coğrafya” sözcüğü bir yer, bir bölge anlamında kullanılmıştır. “Coğrafya” sözcüğü bir bilim alanı adıdır. Hazırlayanların içinde Coğrafya alanının profesörleri bulunan bir metinde coğrafya kavramının doğru kullanılması beklenirdi. Milli Eğitim Bakanlığı’nın düzenlediği MEŞ’lerde ve adında eğitim sözcüğü olan sendikaların yaptıları çalışmalarda;
İkili öğretim, niteliksiz eğitim hizmeti, eğitimin özelleştirilmesi, birleştirilmiş sınıflar, kalabalık sınıflar, içinde bazı terör örgütlerinin reklamı yapılan ve çocukların algısını bozan kitaplar, ücretli öğretmen istihdamı, atanmayan öğretmenler, taşımalı eğitim, altyapısı bozuk okullar, öğrenciden katkı parası alınması, okullarda yaşanan şiddet, temel lise ve TEOG garabeti, uluslararası sınavlardaki başarısızlık, çalınan sorular ve şifrelenen sınavlar, çocukların dini vakıfların kucağına itilmesi, öğretmenliğin sertifikaya bağlanması, öğretmenlerin mesleki gelişiminde yaşanan zorluklar, çocukların örgün eğitim sistemi dışında bırakılması, çocukların barınmak zorunda bırakıldıkları yerlerde tecavüze uğraması, yanarak yaşamını kaybetmesi gibi hemen akla gelen sorunları tartışması, çözümler bulması gerekirken Atatürk İlke ve İnkılapları’ na, Öğretimin Birleştirilmesine ve ulusal değerlere karşı savaş açtıkları raporlarında açıkça görülmektedir.
Biliniz ki dünyaya model olan Türk İnkılapları bugün bazı sarsıntılar geçiriyor olsa da, Cumhuriyet eğitiminin yetiştirdiği vatanseverlerin çabalarıyla sonsuza kadar gelişerek yaşayacaktır. 1950’lerde tamamlanmasına engel olunan Türk İnkılapları tamamlanacak ve Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün gösterdiği “Muasır Medeniyetlerin Üzerine” çıkacaktır. Kurtuluş Savaşı vererek ülkeyi dıştan gelen saldırılara karşı nasıl kurtardıysak, demokratikleştirme maskesiyle yapılan iç saldırılarla da baş edilecektir. Dünyada Mustafa Kemal Atatürk gibi bir deha yetiştirmiş başka bir ülke yoktur.
Prof.Dr.F.Dilek Gözütok
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitim Programları Bölümü E. Öğretim Üyesi
8 Ocak 2017