Uluslararası Eğitim Sempozyumu Köy Enstitüleri’ nin 78. Yıl
Dönümünde “EĞİTİMDE ADALETİ VE GELECEĞİ DÜŞÜNMEK” 16-
17-18 Nisan 2018 İzmir
NASIL BİR ÖĞRETİM PROGRAMI?
Prof.Dr.F.Dilek Gözütok
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi E. Öğretim Üyesi
İnsanlık tarihinin mağaralara, duvarlara yazılan çizilenlerle kayda geçmeye başladığı zamanlardan itibaren “Adalet” anlayışının varlığı ve insanların adaleti gerçekleştirme uğruna mücadele verdiği anlaşılmaktadır. Antik Yunan’da İlyada ve Odesa gibi hikâyelerde; Platon’un “Adil Toplum” arayışı;
Aristotales’ in “adil toplum yoksa insan da yok” anlayışı; Antik Roma’da Stoa Okulu’nun ister köle, ister efendi, herkesin aynı yasaya tâbi olduğu inancı; Erken İslâm Toplumlarında Beyt-ül Mal’ın (kamu hazinesi) işleyişi ve zekât sistemleri adalet anlayışının modern çağ öncesine dayandığının yalnızca birkaç
göstergesidir.
Antik zamanlarda “doğal hukuk ve dinsel metinler çerçevesinde” tartışılan adalet kavramı, modern zamanlarda “toplumsal sözleşme”ye dayalı anlayışla tartışılmıştır. Adalet, sosyal adalet kavramı “ideolojik temelli”, “hak temelli”, “bilimsel temelli” ve “alternatif adalet, sosyal adalet” yaklaşımlarıyla tanımlanmıştır. Hak temelli yaklaşım, adaleti; doğal haklar, özel haklar, kültürel
ve sosyal haklar başlığında toplamıştır. Feminizm, azınlıkların hakları, çevre hakkı hak temelli adalet kavramı kapsamındadır. “Adalet/sosyal adalet, herkesin farklılıklarını ve çeşitliliklerini ortaya koyabileceği, bu imkâna ekonomik ve sosyo-kültürel anlamda sahip olduğu insan onuruna yaraşır bir yaşamın toplumun tüm fertlerine sağlandığı çoğulcu bir refah toplumunun gerçekleştirilmesidir”(Çebi.2012;528). Toplumda ahlâkın gelişmesini hedefleyen yöneticiler adaleti sağlamak zorundadır. Sosyal adalet bir ahlâk konusudur. “Adalet, farklı değerlendirmeleri, yaklaşımları ve sezgileri bünyesinde
barındıran etik bir değerdir”(Çebi.2012;532). Bir ülkede adalet yoksa devlet de yok olmaya mahkûmdur. Osmanlıda 23 Aralık 1876’da ilan edilen Kanunî Esasî ile, halk seçme ve seçilme hakkını elde etmiş ve yönetime katılmıştır.
Özel mülkiyetin korunması, adil yargılanma hakkı, kişisel hak ve
hürriyetlerin ele alınması açılarından Kanunî Esasî çok önemlidir. 1921 Anayasası, egemenliğin hükümdara değil, millete ait olduğunu belirten Türk Tarihindeki ilk anayasadır. 1960 askeri müdahalesine kadar yürürlükte kalan 1924 Anayasası Meclise tanınan yetkiler nedeniyle sosyal devlet anlayışından uzak bir felsefeye sahip olduğu eleştirisini almıştır. 1961 Anayasasının
“İnsan hak ve hürriyetlerini, milli dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak demokratik hukuk devletini bütün hukukî ve sosyal temelleriyle kurmak için hazırlandığı belirtilmektedir”
(http://www.tbmm.gov.tr/anayasa/anayasa61.htm).
1980 askerî darbesinin ardından hazırlanan 1982 Anayasasında sosyal devlet ve sosyal adalet vurgusu daha azdır. “1961 Anayasası insan haklarına dayalı, 1982 Anayasası ise insan haklarına saygılı bir anayasa olarak nitelendirilebilir. 1982 Anayasası insan haklarını devletin temeli saymamıştır” (Soysal,1987). Bu Anayasada yer alan “mâli kaynakların yeterliliği ölçüsünde” ifadesi, kaynakların sınırlılığı durumunda adaleti sağlamada devlete muazeret vermektedir.
1982’de askerî yönetim sürerken halk oylamasına sunulan Anayasa, yüksek oyla kabul edilmesine karşın çok büyük eleştiriler almıştır. 1987’den başlayarak 1993, 1995, 1999 ve 2001’de demokratikleştirilmesi yönünde Anayasada önemli değişiklikler yapılmıştır. 2003’te iktidarı devralan yönetim, Anayasada neredeyse hemen her yıl toplam 50’den fazla değişiklik yapmıştır, yine de “Anayasayı tanımıyorum, Anayasa Mahkemesinin kararına saygı da duymuyorum” uygulamaları yaşanmıştır.
1982 Anayasası’nın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez maddelerinde Türkiye; İnsan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Demokratik, Lâik ve Sosyal bir hukuk devleti olarak belirtilmektedir. Bu özellikler Anayasada
değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez olarak yer almasına karşın bugün Türkiye’nin, dünya sıralamasında insan hakları ihlâllerinde neredeyse ilk sıralarda olduğu uluslararası raporlarda yer almaktadır. Kadın erkek eşitliğinin yaşatılmadığı, bireylerin çalışma, nitelikli eğitim alma hakkının kullanılamadığı,
iki milyon çocuğun örgün eğitim sistemi dışına, açık ortaokul açık liselere itildiği, milyonlarca çocuğun dini cemaatlerin eline sürüklendiği, kadınların çalışma hayatında hak ettiği oranda yer bulamadığı, kadına yönelik şiddetin, kadın cinayetlerinin %1400’lerde arttığı, çocuk istismarının, doğum yapan
çocukların, çocuk tecavüzlerinin akıl almaz boyutlara ulaştığı, ilgili bakanın “bir kere olmuş” diye olayın yaşandığı cemaate sahip çıktığı bir ülkede “İnsan haklarına saygı” değil, insan hakları ihlâli vardır.
Bugün Türkiye, demokrasi ilkelerinin yaşatılmadığı bir ülke haline gelmiştir. Seçmenin mecliste temsil edilmesini sağlayamayan anti-demokratik bir seçim yasası, yasaların çiğnendiği hileli seçimler, halk oylamaları, “Atı alıp Üsküdar’ı
geçmeler”, halkın, oyuna sahip çıkamamasına neden olan baskıcı bir yönetimde “Demokrasi”den söz edilemez. Seçimlerde ve halk oylamalarında iktidarın, devletin olanaklarıyla ve hükmettiği kitle iletişim araçlarıyla propaganda yapması bile tek başına anti-demokratik bir uygulamadır. Anayasanın “Değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez” maddesini
ihlâldir.
1982 Anayasası’nın değiştirilemez maddesinde yer alan “Lâiklik” bugün en çok çiğnenen ilkedir. Anayasasının değiştirilemez ilkelerinden biri lâiklik olan bir ülkede AİHM kararına karşın, içeriği bir dinin bir mezhebini ve bu mezhebin ibadet dualarını ezberleten Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi adıyla zorunlu bir ders,
10 yaşından lise bitirene kadar çocuklara okutulmaz. Üst öğrenim kurumuna geçme sınavlarında bilim temelli derslerin soru sayısı kadar bu dersten soru sorulmaz. Üstelik öğretilen bu din ve mezhepte “dinde zorlama yoktur” söylemi önemli bir ilkedir. Öğretim programında seçmeli ders gibi yer alan fakat,
öğrencilerin seçmeye zorunlu hale getirildiği din içerikli Hz. Muhammed’in Hayatı, Temel Dinî Bilgiler ve Kur’an-ı Kerim dersleri olmaz. Milli Eğitim Bakanlığı, adı yurtlarında kabul edilemez olaylarla haberlere konu olan Ensar Vakfı, Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA), İlim Yayma Cemiyeti, Hizmet Vakfı, Birlik
Vakfı gibi dinî kuruluşlarla çocuklarını eğitsin diye protokol imzalamaz. İKRA Derneği’ne “Siyer sınavı” yapsın diye, Diyanet İşleri’ne “Değerler Eğitimi Kampı” kursun diye, İKRA Derneğine “Siyer Sınavı” yapsın diye, okul öncesi yaştaki çocukları “sübyan okulu” adıyla dinî vakıflara teslim etmez. Bugün T.C. Milli Eğitim Bakanlığı aslî görevi olan çocuklarımızın eğitilmesi görevini dinî
kuruluşlara teslim etmiş gibi bir görünüm vermektedir. Lâik devlet demek her dine, her inanca eşit uzaklıkta devlet demektir. Lâik devlette devleti yönetenler “Dininin, kininin sahibi insan yetiştireceğiz” demezler.
Anayasasında değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez maddesinde “Atatürk Milliyetçiliğine bağlı” yazan bir ülkede adına “müfredat” dedikleri, asla bir eğitim programı özelliği taşımayan, bütün eleştirilere karşın kimin hangi yöntemle hazırladığı belli olmayan, yanlışlarla dolu bir metinde ülkenin
kurucusunu yok sayan, yanlış bir tarih yazmaya çalışan iletiler bulunamaz. Bu metinde bırakınız Atatürk Milliyetçiliğine bağlı insan yetiştirmeyi, sanki hiç Kurtuluş Savaşı yapılmamış, Mustafa Kemal Atatürk, ismet İnönü ve ekibi yokmuş gibi bir tarih öğretilme çabasına girişilmiştir. Programda tekke ve
zaviyelerin övülmesi, tek elden yönetimin ne kadar iyi bir yönetim biçimi olduğunun savunulması amaçlanmıştır. Cumhuriyet düşmanlarının, Atatürk düşmanlarının kitapları önerilmiştir.
Anayasasında değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez maddesinde “sosyal bir hukuk devletidir” yazan bir ülkede birilerinin mal varlığı ülke sınırlarını aşmışken milyonlarca yurttaş açlık sınırı altında yaşam savaşı vermez. Ülke üst düzey yöneticileri ben bu yasayı, anayasayı tanımıyorum, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına saygı da duymuyorum demez. Yolsuzluk ve rüşvet suçu işlediği iddia edilen kişiler korunmaz. Cumhuriyetin ilk 70 yılında kurulan kamu kurumları ve ülkenin stratejik kurumları yabancılara satılmaz. Yasama organının hazırladığı yasalar Anayasaya aykırı olmaz. 1. yüzyılda anayasasına çağdaş değerleri yazmış ve bu değerleri özümsemiş güçlü ülkeler, bu değerleri çiğnemeyi amaçlayan, demokrasiyi amaçlarına ulaşmak için bir tramvay olarak tanımlayan birey ve grupların yönetime gelmesini engelleyebiliyor. Dünyaya örnek bir “Kurtuluş Savaşı” vererek Türkiye Cumhuriyetini kuran, “Türk Devrimleri” ile bağımsız ve çağdaş bir ülke olma yolunda ilerlemekte olan bu ülkenin savaşarak topraklarından çıkardığı işgalci ülkeler Türkiye topraklarının Türklerde kalmaması gerektiğini, İstanbul’un
Türklerde olamayacağını cür’etle açıklayan ülkelerin örgütleri, gerici anlayıştaki birey ve topluluklarla işbirliği yaparak bu ülkeyi bölebileceklerini düşünmüş ve Lozan Antlaşmasının hemen ardından bu doğrultuda çalışmaya başlamışlardır. Dış destekli askeri darbeler, darbe yönetimlerinin yaptığı anayasalar, antidemokratik seçim yasaları ve daha birçok tuzaklar sonucunda iktidara geldikten sonra “irticai hareketlerin odağı olma” nedeniyle Anayasa Mahkemesi tarafından cezalandırılan bir parti, 15 yıldır iktidarını ve her alanda
gericileşme hareketlerini sürdürmektedir.
Bu gün, 21. yüzyılda dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de yaşanan en büyük sorun, adaletsizliğin yaşamın her alanında artarak büyümesidir. Adaletsizlikleri kabul etmek, kanıksamak, görmezden gelmek, toplumsal gelişmelerin bir sonucu gibi görmek, toplumu bilişsel, duygusal ve kültürel açılardan köreltir.
Çocuk gelişimi alanında yapılan araştırmalar farklı toplumlarda farklılıklaşmakla birlikte evrensel bir özellik taşıyan “adalet” duygusu, çok küçük yaşlarda oluşmaktadır. Adalet duygusunun gelişmesinde kültür ve eğitim çok önemli bir etkendir. Adaletin sağlanamadığı bir toplumda yaşayan kişiler kendini güçsüz ve savunmasız hisseder. Adaletin olmadığı yerde insan haklarından söz edilemez. İnsan hak ve özgürlüklerinin yaşanmadığı toplumda da kardeşlik, yardım severlik, birlik ve beraberlik, dayanışma duyguları gelişmez. Adaletin olmadığı toplumlarda güven, huzur, birlik ve beraberlik, ümit, etik yoktur. Anarşi, şiddet, hırsızlık, kaçakçılık, rüşvet, umutsuzluk, yasaları yok sayma, suç işleme, asosyal birey sayısında artma , sosyal ve
kültürel değerleri çiğneme vardır. Bu toplumlar kısa sürede parçalanmaya adaydır. Bugün Türkiye’de adaletin olmadığının ölçütleri sayılabilecek bu eylem/durumların varlık/yokluk düzeyini kırsalda, kasabada ya da büyük şehirde orta düzeyde analitik düşünme yetisine sahip birine sorduğunuzda içiniz kararır. Yaşamın her alanında adaletsizliğin sonuçları yaşanmaktadır.
Eğitim, insan hak ve özgürlüklerinin temele alındığı adil ortamlarda adaletin de öğretilmesi, değerlerin geliştirilmesi gereken ve yaşamboyu devam eden bir süreçtir.
Çocuğun eğitimi düynaya geldiği aile içinde başlar. Birey, içinde yaşadığı toplumun dünya görüşünü, inançlarını, duygusal yönelimlerini, siyasal değerlerini, kısaca kültürünü ailede edinmeye başlar. Ailede edindiği birikimlerle okula başlayan çocuk, günün önemli bir zaman dilimini arkadaşları, öğretmenleri ve okul ortamı ile etkileşim içinde geçirir. Okul, sağladığı eğitim ortamında, eğitim amaçları olarak belirlenmiş niteliklere sahip olma sürecini
yönlendirir.
Çağın gerekleri doğrultusunda belirlenmiş eğitim amaçlarına ulaşabilmek, bu amaçları gerçekleştirebilecek doğrultuda öğretim programlarını, öğretim yöntemlerini ve programı uygulayacak öğretmen niteliklerini gerektirir. Okulda edinilen öğrenme yaşantıları, çocuk ya da gencin akademik bilgi ve becerileri kazanmasına, duygusal ve sosyal yönden gelişerek topluma aktif uyum sağlayabilecek, toplumsal değerlerin gelişmesine katkı sağlayabilecek bir kişilik geliştirmesine yardımcı olur (Gözütok.2008). Bugün Türk Milli eğitim sisteminde; İlk ve ortaöğretim programları çağın gerekleri doğrultusunda hazırlanmamıştır.
*Mevcut programlar değerlendirilmeden,
*Bireyin, toplumun, konu alanının eğitim ihtiyacı belirlenmeden,
*Konu alanı, eğitim psikolojisi, eğitim sosyolojisi, ölçme değerlendirme, program geliştirme alan uzmanlarının yer almadığı, hangi alandan kişiler olduğu belirtilmeyen kişilere hazırlatılan,
*Deneme uygulamaları yapılmadan ve değerlendirilmeden,
*Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü, İsmet İnönü’yü neredeyse yok sayan, Kurtuluş Savaşını, Çanakkale Zaferini küçümseyen, ulusal değerleri öğretmekten yoksun, uydurma bir tarih yazma gayretiyle,
*Hemen her dersin içeriğine 15 Temmuz darbe girişimini ve dini ögeleri katan,
*AİHM kararına karşın zorunlu din dersi içeren, bu derste bir dinin bir mezhebinin ibadet dualarını öğreten, seçmeli adıyla din içerikli üç ders daha içeren,
*Evrim Kuramını içeriğinden çıkarmış bir programın çağdaş ve bilimsel olduğu söylenemez.
Eğitim sisteminin işleyişinde;
*Akademik liseler azaltılarak çocuklar istemedikleri halde meslek liselerine, imam hatip liselerine, açık ortaokul ve açık liselere gitmek zorunda bırakılmıştır.
*İlkokul, ortaokul ve liselerde nitelik o kadar düşürülmüştür ki veliler ekonomik koşullarını zorlayarak çocuklarını özel okullara yollamak zorunda bırakılmıştır.
*Okul öncesi eğitim kurumları ihtiyacı karşılamadığı, özel kurumlar pahalı olduğu için, ekonomik durumu yeterli olmayan veliler çocuklarını dinî vakıfların eğitim kurumlarına vermek orunda bırakılmıştır.
*Bir milyon öğrenci tarikatların elinde, tarikat yurtlarında 210.000, 4.00 özel yurtta 350.000 öğrenci vardır. MEB 2012’den beri 4.022 okul kapatmıştır. İstanbul’da 445 tekke, 14 şehirde 800’den fazla medrese ve apartman medreseleri vardır. 10.000’den fazla çocuk İran, Irak ve Suriye’de medrese
eğitiminde(Balcı. 2018).
*Çok sayıda dinî Vakıf, İKRA Derneği gibi kuruluşlar çocuklarla istediği çalışmaları yapabiliyor.
*Ders kitapları yetkin olmayan kişilere yazdırılıp EDAM gibi dini yayınlar yapan kuruluşlara resimletiriliyor. Kitaplarda yanlış bilgi, olumsuz ileti, illiminati, Baptist Kilisesi, Rabia işareti, Beberobo şirketi tanıtımı gibi örtük iletiler, mantık yanlışları, Türkçe anlatım, yazım ve noktalama yanlışları küçük yaşlardan
başlayarak çocuklara zarar vermekte. Ders kitaplarında F.Gülen’e yakınlığı ile bilinen kişilerin metinlerine yer veriliyor. *Çok sayıda eğitim fakültesi mezunu aday öğretmen atama beklerken, küçükbaş hayvanları, su ürünleri mezunları ücretli öğretmen, sözleşmeli öğretmen olarak görevlendiriliyor.
*Üniversitelerin içi boşaltılmıştır. Atamayla gelen üst düzey yöneticilerin neler yaptıkları her gün kitle iletişim araçlarında yer almaktadır. Hiçbir araştırma sonucuna dayanmayan kararlarla titrler değişmekte, sınavlar kalkmakta ya da
konmaktadır. Yapılan akıl dışı, bilim dışı uygulamalara üniversitelerden ses çıkmamaktadır. Eğitimi, bilimi, dini küçük düşürenler üst görevlere gelirken eleştiri yapmayı deneyen öğretim üyesi sistem dışına atılmaktadır. Yapılması gerekenler: Hiç bir soruna, sorunun parçası olanlar çözüm sağlayamaz. Bu kadar yıkıcı ve karmaşık bir sorun ancak eğitim bilimleri, yönetim bilimleri, çeşitli bilim alanlarının üst düzey uzmanlarından oluşturulacak bir ekibin bilimsel yöntemler kullanarak çalışmaları durumunda çözümlenebilir ve
Türkiye yeniden ulusal, kamusal ve bilimsel eğitim sistemine kavuşabilir.
Hemen yapılması/yapılmaması gerekenler: Nasıl bir eğitim?
*Okul öncesinden başlayarak zorunlu eğitim sonuna kadar parasız, nitelikli, kamu okulları. Koşulları uygun olmayan çocuklar için yatılılık, bursluluk gibi fırsat eşitliği.
*Üç yaşından itibaren yeterli sayı ve nitelikte parasız okul öncesi eğitim kurumları.
*Ulusal, bilimsel, nitelikli ve çağdaş eğitim programları.
*Çocukların ilgi, ihtiyaç ve isteklerine uygun öğrenim görebilmeleri için yeterli sayı ve nitelikte lise program türlerinin açılması.
*Eğitim sistemi dışına bırakılmış gençlerin öğrenimlerini tamamlamaları için projeler geliştirilmesi.
*Nitelikli eğitim veren eğitim fakültelerinin güçlendirilmesi
*Eğitim Bilimleri Enstitüleri tarafından hizmet vermekte olan öğretmenlere lisansüstü programlar düzenlemesi, devletin öğretmenleri bu konuda desteklemesi.
*Vakıf okullarının kamulaştırılması.
*Kız İmam Hatip okullarının Meslekî Teknik Ortaöğretim kurumlarına dönüştürülmesi.
*Tekke ve Zaviyelerin, apartman medreselerinin kapatılması.
*Yeterli öğretim üyesi olmayan eğitim fakültelerinin nitelikli olanlarla birleştirilmesi.
*Öğretmenlik sertifikası ile meslek edindirmekten vazgeçilmesi.
*Diyanet’ in kapatılması.
*Zorunlu ve seçmeli din derslerinin kaldırılması.
*Kitle iletişim araçlarının “Yayın Etik Kuralları”na uymaları için önlemler alınması.
*Yaygın eğitim ve meslek edindirme programlarının geliştirilmesi ve uygulanması,
*Mülteci ve sığınmacıların eğitiminin projelendirilmesi.
Türkiye Cumhuriyeti bugün, bilimin ve sanatın her alanında dünyadakilerle yarışacak yetişmiş insan gücüne sahiptir. 1900’ün ilk çeyreğinde 10 milyon nüfusla dünyaya örnek olacak devrimleri yapabilen bu halk bugün 80 milyonla bunu yeniden yapar. Verdiği Kurtuluş Savaşıyla emperyalist ülkeleri durduran,
yaptığı devrimlerle, yarattığı Köy Enstitüsü, Köy kursları öğretmen yetiştirme, Yüksek Öğretmen, Eğitim Enstitüsü modelleriyle mazlum ülkelere model olmuş Atatürk Türkiyesi’ni yeniden oluşturmak, tahribatları gidermek üzere bütün
vatanseverleri iş başına davet ediyorum.
KAYNAKÇA
Balcı.E.(9 Mart 2018) Oda Tv.
Çebi,S.(2012) Sosyal Adalet: Tarihsel ve Kuramsal Bir Bakış.
İstanbul:XII.Levha Yayınları.
Gözütok,F.D.(2008) Eğitim ve Şiddet. Ankara. Gazi Kitabevi.
Soysal,M.(1987) İnsan Hakları Açısından Temel Hak ve
Özgürlüklerin Niteliği, Anayasa Yargısı. Ankara. Anayasa
Mahkemesi Yayınları. 48.
Yılmaz,G.A.(2006) OECD Ülkeleri ve Türkiye’de Sosyal Devlet ve
Sosyal Harcamalar. İstanbul. Arıkan Yayınları.