CUMHURİYET KADINLARI DERNEĞİ EĞİTİM KOMİSYONU’NUN BAZI TELEVİZYON PROGRAMLARINA İLİŞKİN PROGRAM İZLEME, GÖZLEM VE SONUÇ RAPORU
Komisyondaki kişiler
Melek Neslihan
Gülfidan Meliha Ünlü
F. Dilek Gözütok
Hacer Öztürk
Bu Rapor, Cumhuriyet Kadınları Derneği (CKD) Eğitim Komisyonu olarak,
- Stil/Moda Konulu Programlar,
- Yarışma Programları,
- Evlendirme Programları,
- Diziler ve
- Çocuk Programlarının
izlenmesi, Yayıncılığın Etik İlkeleri kapsamında incelenerek irdelenmesi ve ilgili kurum ve kuruluşlara görüş ve önerilerin iletilmesi amacıyla hazırlanmıştır. Zira Derneğimizin amacı Tüzüğümüzde: “Cumhuriyet Kadınları Derneği; Ulusal Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimleri ile kazanılmış olan ekonomik ve siyasal bağımsızlığın, özgürlük, demokrasi ve aydınlanmanın korunması, savunulması, ülke ve halk yararına geliştirilmesi için çalışır.” şeklinde ifade edilmiştir.
Yönetim ve yaşam biçimi olarak “Demokrasi”yi seçmiş ülkeler, demokrasi ilkelerini ve demokratik yaşam biçimini yurttaşlarına örgün eğitim, yaygın eğitim ve algın eğitim yoluyla benimsetmelidir. Cumhuriyetin ilânının ilk 15 yılında eğitim alanında yapılan devrimlerde, amacına ulaşma yönünde büyük başarı sağlanmıştır. 1950’ye kadar, bir yandan çağdaşlık yolunda ilerlenirken zaman zaman tökezlemeler, geriye gidişler başlamıştır. 1950’den başlayarak demokrasi ilkeleri yolunda duraklamalar, din istismarı ve ardından peş peşe gelen askerî müdahaleler, demokratikleşmenin önünde engeller oluşturmuş ve 2000’lerde ülkenin yönetimi, demokrasiyi bir trene benzetenlerin eline geçmiştir.
Bilim ve teknolojideki gelişmeler birçok ülkede olumlu amaçlar için kullanılırken Türkiye gibi bazı ülkelerde ise birtakım sinsi amaçlara hizmet etmektedir. 21. yüzyılda hemen her bireyin kolaylıkla ulaşabildiği kitle iletişim araçları, özellikle de televizyon, toplumların biçimlenmesinde çok önemlidir. Bugün aktif çalışma olanaklarından mahrum bırakılmış, yaşamının büyük dilimini evde geçirmek zorunda kalan kadınlar, işsizler, örgün eğitim dışında bırakılmış gençler, ikili öğretim nedeni ile okula yarım gün gidip diğer yarısında evde olan çocuklar, kendilerini televizyon ekranı karşısında bulmaktadırlar.
Toplumun çocuk, genç-yaşlı, kadın-erkek, çalışan-işsiz vs. tüm kesimleri üzerinde, toplumsal değişim ve dönüşüm konusunda çok ciddi ve önemli etkilere sahip olan televizyon programları, kitle iletişim araçlarının en yaygını olarak ülke genelinde toplumun tüm kesimleri tarafından ulaşılabilir ve izlenebilir olduğundan, televizyon programlarının toplumsal ve etik değerlerin perçinlenmesine veya yozlaşıp kaybolmasına doğrudan etkisi olduğu tartışmasızdır.
Algı yönetimi ve iletişim konusunda profesyonel olan kişiler tarafından hazırlanan, bazen de dünyanın çeşitli ülkelerinde geliştirilen program uyarlamaları ile televizyonlarda sunulan yayınlar; izleyenlerin bilgilerini, değerlerini, anlayışlarını, hayata bakışlarını, hayattan beklentilerini, iletişim biçimlerini, düşünme biçimlerini, giyim kuşamlarını, Türkçe’yi kullanmalarını, ulusal algılarını, aile değerlerini, toplumsal cinsiyet anlayışlarını ve daha pek çok önemli konuyu etkilemektedir.
Medya okur-yazarlığı olmayan, izlediklerini analiz edip ayıklama yetisinden yoksun kişiler, izlediklerine bazen özenmekte, uydurulmuş kurgulanmış görüntüleri gerçekmiş gibi algılamakta, eğlendiklerini, oyalandıklarını zannetmekte ve sonuçta mutsuz olmaktadırlar. Toplumda hırsızlığın, şiddetin ve istismarın her türlüsünün, fuhuşun, kadın cinayetlerinin ve ahlâk dışı çeşitli davranışların artmasında televizyonlarda izlenenlerin etkisinin bilimsel yöntemlerle araştırılması gerekir.
Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devletidir. Medya hizmet sağlayıcılar, yayın hizmetlerini kamusal sorumluluk anlayışıyla ve 3 Mart 2011 tarihinde yürürlüğe giren 6112 Sayılı, Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’da yer alan “Yayın Hizmeti İlkeleri”ne uyarak hizmet vermek zorundadır. Anılan Kanunda belirtilen “Yayın Hizmeti İlkeleri” ve yayın kuruluşları tarafından altına imza konulan “Yayıncılık Etik İlkeleri” genel olarak şu başlıkları içermektedir:
- İnsan onuruna, temel hak ve özgürlüklere saygılı olmak,
- İfade özgürlüğü ve haber alma hakkı çerçevesinde, olay ve olguları doğru, tarafsız ve eksiksiz yayınlamak,
- Yayıncılığı haksız amaç ve çıkarlar doğrultusunda kullanmamak,
- Çok sesliliğin ve kültürel çeşitliliğin korunmasına önem vermek,
- Yayınlarda ırk, renk, dil, din ve cinsiyet ayrımcılığına, aşağılama ve ön yargılara yer vermemek,
- Kişi ve kurumların cevap ve düzeltme haklarına saygılı olmak,
- Toplumda korku ve infial yaratabilecek olaylar karşısında ve kriz zamanlarında sağduyulu davranmak,
- Şiddeti teşvik etmemeye ve meşrulaştırmamaya özen göstermek,
- Özel hayata ve mahremiyete saygılı olmak,
- Kadınların sorunlarına duyarlı olmak ve kadınları nesneleştirmekten kaçınmak,
- Çocuk ve gençleri uygun olmayan içerikten korumaya özen göstermek,
- İzleyicilerin ve dinleyicilerin gereksinim, beğeni ve hassasiyetlerine önem vermek. KAYNAK: https://www.rtuk.gov.tr/yayinci-duzenlemeleri/3746/3908/yayincilik-etik-ilkeleri.html
Sadece ilke başlığı olarak belirtilen bu ifadelerin bazıları uyulması gerekenleri (çocukların korunması, ifade özgürlüğü vb.), bazıları da yapılmaması gerekenleri (şiddet, ayrımcılık vb.) ifade etmektedir.
Yıllardır televizyonlarda gösterilen evlendirme, giyim-kuşam, yarışma, kayıpları bulma, cinayetleri çözme programları, çizgi filmler ve bazı dizilerde RTÜK’ün belirlediği ilkelere uyulmadığı, bu konuda binlerce şikâyetin varlığı bilinmektedir. Bu programlarda kadınların aşağılandığı, kadınlara abartılı, garip giysiler giydirildiği, ekranda insanların birbirine küfür ettiği, Türkçe’yi yanlış kullandıkları, kadınların fiziksel görünüşlerinin değiştirildiği (şişirilmiş dudaklar, kaldırılmış kaşlar, sahne makyajı içinde tuhaf görüntüler) bu programlardan bir ikisi bile izlendiğinde hemen anlaşılmaktadır.
Bu televizyon programlarında yalan, sahtekârlık, aldatma, küfürlü konuşma, kabalaşma, şiddet, hırsızlık, cinayet gibi olumsuz örnekler kabul edilebilir ve olağan şeylermiş gibi gösterilerek yüceltilirken; insan onuru ve emeği, ifade özgürlüğü, çocuklar, gençler, kadınlar, yoksullar açıkça aşağılanmaktadır. Bu durum toplumsal ve bireysel etik değerlerin yok edilmesine neden olmakta, toplumsal ve aile hayatımıza, yalanı, kandırmayı, dolandırıcılığı, zekâyı değil ama kurnazlığı, “amaca ulaşmak için her yol mubahtır” demeyi, bir konuda gereken emeği vermeden kazanma beklentisini, cehaleti, duygusal ve fiziksel şiddeti, acımasızlığı, tahammülsüzlüğü, kısacası mutsuzluğu getirmekte ve ayrım gözetmeksizin toplumun her bireyini bu mutsuzluğa ayrı ayrı mahkûm etmektedir.
Uzmanlık alanları eğitim bilimleri, sosyal bilimler, tarih, hukuk ve Türk Dili olan üyelerden oluşan Cumhuriyet Kadınları Derneği Eğitim Komisyonu, sözü edilen bu programları notlar alarak izlemiş ve değerlendirmelerini aşağıda sunmayı gerekli ve zorunlu görmüştür. Cumhuriyet Kadınları Derneği, Ulusal Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimleri ile kazanılmış olan ekonomik ve siyasal bağımsızlığın, özgürlük, demokrasi ve aydınlanmanın sürdürülebilirliği karşısında ciddi bir sosyolojik tehdit oluşturan içeriklere sahip yayınlara ilişkin bu çalışmalarını ülke ve halk yararına kararlılıkla sürdürecektir.
(Raporumuzda adı geçen TV Kanalı ve Program isimlerinin, ilgili yasal mevzuat gereğince açık olarak belirtilmemesi gereken yerlerde, bu kısımların çıkartılarak Raporumuzun kullanılması, yayınlanması gerektiğini, aksi durumda Derneğimizin, Komisyonumuzun ve/veya Üyelerimizin herhangi bir idari, mali, hukuki, cezai vesair hiçbir sorumluluğu olmayacağını belirtiriz.)
A- STİL/MODA VE YARIŞMA PROGRAMLARI:
- Program Adı: İŞTE BENİM STİLİM, TV Kanalı: TV8
Tarih: 06.05.2017 Saat: 02:30-03:30
I- Programda İhlâl Edildiği Düşünülen İlgili Etik İlkeler:
“Yayınlarımızda ırk, renk, dil, din ve cinsiyet ayrımcılığına, aşağılama ve ön yargılara yer vermemek”,
“Kadınların sorunlarına duyarlı olmak ve kadınları nesneleştirmekten kaçınmak”.
I-1. Kadın Eşitsizliği İletisi:
Bu programda; dudakları şişirilmiş, kaşları kaldırılmış genç kadınların gösterişli giyimi, aşırı makyajı, takıları, dansları ile kendilerini beğendirmesi ön plana çıkarılıyor. Böylece kadın nesneleştirildiği gibi, kadının salt bu yönleriyle bir stil/tarz yaratabileceği iletisi veriliyor.
I-2. Kadını Aşağılama:
- Yarışmacılar birbirleriyle sürekli bir ağız kavgası hâlinde, birbirlerine laf yetiştirme, son sözü söyleme peşindeler. Sunucunun yarışmacılara “kapışmayı bırakın artık” demesi, “o bana dalaşmasa ben böyle konuşmam” şeklinde verilen cevap, “kapışma” ve “dalaşma” sözleri köpekler için kullanılan fiiller olduğundan aşağılama içeriyor.
- Kadın güçlü kişiliği, olumlu karakter özellikleriyle, yaptığı işler ve eğitimi gibi konularla değil de, salt dış görünüşü (aşırı giyim kuşam ve makyajıyla), cinselliğiyle ön plana çıkarıldığından aşağılanmış oluyor. Ayrıca; kadın sadece abartılı giyim kuşamı, aşırı makyajı, cinselliği vs. ile dikkat çekebilir algısı da yerleştiriliyor.
II- Programda İhlâl Edildiği Düşünülen İlgili Etik İlkeler:
“İnsan onuruna, temel hak ve özgürlüklere saygılı olmak”,
“Çocuk ve gençleri uygun olmayan içerikten korumaya özen göstermek”,
“İzleyicilerin ve dinleyicilerin gereksinim, beğeni ve hassasiyetlerine önem vermek”.
II-1. Birbirlerine Karşı Davranış Bozuklukları, Saygısızlık:
Yarışmacılar; eleştiriye tahammülsüzlük, aynı anda konuşma, karşısındakinin sözünü kesme, kullanılan üslup itibarıyla birbirlerine karşı davranış bozuklukları sergiliyor. Hepsi birbirlerini, sözleriyle ezme, alt etme, sanki her an “saç saça, baş başa” kavgaya tutuşacaklarmış gibi saygısız ve sabırsız bir davranış içindeler. Kıskançlık had safhada.
II-2. Gereksiz ve Anlamsız Bedensel Hareketler:
Hemen hemen tüm yarışmacılarda gereksiz jest ve mimikler, dudakları öne çıkararak sesi ve vurguyu bozarak konuşma hâli var. Hatta o geceki programın konusu “Hıdırellez” olduğu için, geniş ve uzun etek giyen bir yarışmacı bacağının birini sandalyenin kolçağına atarak oturduğunda jüri üyelerinden biri, “Sen önce oturuşunu düzelt” diyerek bu yarışmacıyı uyardı, bunun üzerine yarışmacı gayet rahat bir tavırla ve gülerek bacağını kolçaktan indirdi.
II-3. Verdiği Mesajlarla İrdelemeye Yer Bırakmama, Mantıksız Konuşmalar:
Yarışmacılardan biri, “Hıdırellez” çağrışımı yapması için koluna taktığı süslü bir sepete dilek kâğıtları koyduğunu, vakti kalmadığı için bu kâğıtların içine dilek cümlelerini yazamadığını, buna karşın çok emek verdiğini söyledi.
Sonra jüri üyelerinin “Okuyor musun?” sorusuna; yarışmacı üniversitede okuduğunu, okula çok emek verdiğini, ama hâlâ mezun olamadığını belirterek: “Bıktım artık, şu okul beni mezun etsin” diye cevap verdi. Bu mantıksız konuşma karşısında kimse bir şey söyleme gereği bile duymadı, zira kişinin kendisinin okuldan mezun olması gerektiği, hiçbir okulun kimseyi mezun etmediği hususunu dahi ayırt edemeyen birinin söylediği bu sözlerin mantığı, irdelenebilir bir tarafı yoktu. Kaldı ki yarışmacı, bu yarışmaya da çok emek verdiğini ve birinciliği şimdiden hak ettiğini ifade etti. Bu da toplumda emek ve kazanç dengesi algısının nasıl yara aldığını açıkça gösteriyordu.
II-4. Argo Kullanımı:
Sunucu yarışmacılara “kapışmayı bırakın artık” dediğinde, “o bana dalaşmasa ben böyle konuşmam” şeklinde verilen cevapla, “kapışma” ve “dalaşma” gibi argo sözler kullanıldı.
II-5. Türkçe Yanlışları:
Yarışmacılardan biri, o geceki bölüm “Hıdırellez” konulu olduğu için, Flamenko kıyafeti giymiş, ancak diğer bir yarışmacı “Ben bu kostümün adını biliyorum, filamingo kostümü” dedi. Jüri üyelerinden biri söz alarak bunun “filamingo” değil, “Flamenko” kıyafeti olduğunu söyledi. Yarışmacı da “Unutmamak için elime yazmıştım” diyerek eline yazdığını okudu ve “Aaa, oraya da filamingo yazmışım”deyip gülmeye başladı ve söylemeye çalışsa da, nedense “Flamenko” demeye dili dönmedi. Ancak bu cehalet ve özensizlik örneği, yarışma boyunca ciddi bir espri konusu oldu ve yarışmacı bununla sempati topladı. Bu durumun onay bulması, ekran başındakiler için kötü bir örnekti. Ayrıca anlatım bozuklukları ve yabancı sözcükler içeren cümleler, yanlış vurgu ve ses kullanımıyla konuşmak, yarışmacıların hemen hepsinde vardı.
III- Programda İhlâl Edildiği Düşünülen İlgili Etik İlke:
“Şiddeti teşvik etmemeye ve meşrulaştırmamaya özen göstermek”,
Yarışmacılardan biri, kolundaki sepette kavanoz içinde pasta olduğunu ve bunu erkek arkadaşının kendisine getirdiğini söyledi. Bir jüri üyesi, yerinden kalktı, kavanozu yarışmacının elinden alarak kapağını açıp kaşıkla yemeye başladı, “Bu çok güzelmiş” derken, yarışmacı kavanozu geri almaya çalıştı, bu sırada jüri üyesi ona: “Beni Roman şeyine sokup dayak mı yemek istiyorsun?” dedi. Hıdırellez konulu program olunca, Romanlar böyle bir cümleyle “kadına dayak atmaya meyilli olmaları iması”yla ayrımcılığa uğradı ve bu söz şakayla karışık söylendiği için şiddeti meşrulaştıran bir söylem ortaya çıktı.
IV- Programda İhlâl Edildiği Düşünülen İlgili Etik İlke:
“Özel hayata ve mahremiyete saygılı olmak”,
Yarışmacılardan bazıları evlenmek istediklerini, bu programın tanınmak ve tanışmak için bir vesile olabileceğini, çocuk sahibi olmak istediklerini, özel hayatlarında birinin olmadığını gayet rahatlıkla
söylediler. Kişilikleriyle, yaptıkları işlerle, eğitimleri, iyi karakter özellikleriyle değil; giyimleri, makyajları, danslarıyla kendilerini karşı cinse beğendirme çabası içinde oldukları çok açıktı.
Ayrıca bir yarışmacı; annesi ve babasının ayrı olduğunu, kendisinin annesiyle İstanbul’da, kardeşinin de babasıyla başka bir şehirde yaşadığını ve annesini mutlu etmek için bu yarışmaya katıldığını, o şehre kardeşiyle görüşmeye gittiğini, ancak orada babasıyla kesinlikle görüşmediğini söyledi. Jüri üyelerinden biri, kendisinin de babasıyla zamanında sorun yaşadığını, ancak 3 ay önce babasını kaybettiğini ve onsuz geçen zamanlarına şimdi çok üzüldüğünü, bu nedenle yarışmacıya babası hayattayken onunla görüşmesini tavsiye etti.
Kişilerin, reyting uğruna, kendi özel hayatlarını ve mahremiyetlerini bu denli rahatlıkla televizyon ekranlarında anlatmaları, yayıncıların da bu şekilde yayınlamaları; her iki tarafın da özel hayata saygı duymadıklarını gösteriyor.
V- Programda İhlâl Edildiği Düşünülen İlgili Etik İlke:
“Yayıncılığı haksız amaç ve çıkarlar doğrultusunda kullanmamak”,
Bu programları gerek yarışmacılar arasındaki çekişme gerekse abartılı giyim kuşam, aşırı makyaj, takılar, ayakkabılar, şapkalar, çantalar, müzik ve dans ile ilgi çekici hâle getirmek; bunun üzerinden izlenme oranlarının yükseltilmeye çalışılması, yayıncılığı toplumsal gelişim hedefi doğrultusunda değil, daha fazla kazanç elde edebilmek için, toplumsal ve etik değerlerin yok olup olmamasına aldırmadan, haksız çıkarlar doğrultusunda kullanmaktır.
VI- Etik İlke Olarak Kategorize Edilemeyen, Ancak Sorunlu Olan Diğer Hususlar:
VI-1. Yasalara Uygun Mu?:
Hakaret sınırındaki konuşmalarla yarışmacılar birbirlerini azarladığı, aşağıladığı için yasalara aykırı hakaret fiilinin meşrulaştırılması söz konusuydu.
VI-2. Diğer Bir Husus:
Kavanozdan bir kaşık pasta alan jüri üyesi, aynı kaşıkla 3 – 4 yarışmacıya da pastadan tattırdı. Hijyen koşullarını hiçe sayan ve mikrop bulaşmasına neden olabilecek bu davranış da, çok olağan ve sevimli bir davranışmış gibi sergilenmiş oldu.
B- EVLENDİRME PROGRAMLARI:
- Programın Adı: EVLENECEKSEN GEL, TV Kanalı: SHOW TV
Tarih: 27.04. 2017 Saat: 16.00
Kadın konuk, erkek talibine arabesk bir şarkı söylüyor.
Sonra boya küpü başka bir kadın, eski talibiyle aralarındaki “kapışma”yı anlatıyor, ondan gelen mesajdan söz ediyor. Birbirlerini yalancılıkla suçluyorlar. Küfürlü konuşmaya başladıkları için sesleri kısılıyor. Sunucu bir kadına bir erkeğe bakarak daha da coşmalarını sağlıyor. Bu insanlar evlenseler NE OLUR? Nerdeyse birbirlerine stüdyoda fiziksel şiddet uygulayacaklar. Küfrün bini bir para.
C- DİZİLER:
- Dizinin Adı: KALBİMDEKİ DENİZ, TV Kanalı: FOX TV
Tarih: 06.05.2017 Saat: 20:00
Dizide şiddet ve tecavüz hâkim: Erkek uyuşturucu sattığını, bu işte alt kadrosu olduğunu, birini öldürdüğünü itiraf ediyor. Kız arkadaşı bunu telefonuna kaydediyor. Erkek bunu fark edince şiddete ve tehdide başvuruyor:
“- Polise gidersen ben hapse, sen mezara gidersin. Baban yaşatır mı sanıyorsun?”
Daha önce varlığı bilinmeyen bir çocuk söz konusu. Erkek, 22 yaşında bir oğlu olduğunu yeni öğreniyor. Hakaret, alay ve argo sözlere başvuruluyor:
“- Gittikçe güzelleşiyorsun.
- Sen de gittikçe öküzleşiyorsun!” gibi.
- Dizinin Adı: İKİ YALANCI, TV Kanalı: KANAL D, Yayınlandığı Yıl: 2017
2015’te yayınlanan “Tatlı Küçük Yalancılar” gibi bu dizide de “yalan” tavana vurmuş durumda: Yalanın bini bir para. İnsan ilişkilerindeki en tehlikeli davranışlardan biri olan yalan şirinleştiriliyor. Burada topluma aşılanmak istenen ise yalan söylemenin, yalancıları dost edinmenin tehlikeli olmadığı, yalanın hayatın doğal bir parçası olduğu düşüncesini kabullenmeleri. Bu tür bir algı, değil bizim toplumumuz için her toplum için tehlikeli bir zihin törpüleme operasyonudur.
- Dizinin Adı: FAZİLET HANIM VE KIZLARI, TV Kanalı: STAR TV
Yayınlandığı Yıl: 2017
Fazilet Hanım, hırslı bir kadın. İki tür insan var onun gözünde: Zenginler (yaşamayı hak edenler), fakirler (gereksiz insanlar). Bu yüzden küçük kızının ünlü bir sanatçı olmasını sağlayarak zengin olmak peşinde. İstediği hayata kavuşmak için her yolu deneyebilen bir kadın, para için kızlarını kullanmaktan da çekinmiyor. Bağırıp çağırıyor, komşularını, büyük kızını sık sık aşağılıyor. Böyle bir karakter, “annelik” kavramının sevecenliğine, kutsallığına gölge düşürüyor. Kızları da birbirlerine rahatlıkla yalan söylüyor, tuzak kurabiliyorlar. Bu dizide de yalan, aldatma, sahtekârlık, sahte aşklar söz konusu. Ayrıca, kız kardeşler arasında bir erkek yüzünden başlayan çekişme de içler acısı. Kısacası ahlaki değerler ayaklar altında.
- Dizinin Adı: TÜRK MALI, TV Kanalı: STAR TV, Yayınlandığı Yıl: 2017
Bu dizi, 2010’da Show TV’de yayınlanırken, “Türk örf, âdet ve geleneklerine hakaret” içerdiğinden hakkında dava açılmasına rağmen, 2017’de (bu kez Star TV’de) yeniden yayınlanmaya başlamıştır. Dizinin şarkı sözlerinde bile gerçekten “Türklük” kavramı zedelenmektedir:
Türk malı ho, Türk malı hey (Halk arasında “ho” diye öküze seslenilir),
Baba bana para ver, baba der ney! (Baba çocuk ilişkisi para alışverişine indirgenerek basitleştirilmiş),
Türk malı ho, Türk malı hey (Halk arasında “ho” diye öküze seslenilir),
Türk malı ailesi kuzuları mee! (Türk annesi koyuna, çocukları da kuzuya benzetilmiş. Türk halkı koyun- kuzu gibi güdülebilir mesajı veriyor.)
Şu bir gerçek ki televizyonları dolduran bu kalitesiz diziler, Türkiye’mizdeki aile yapısının ve toplumsal hayatın zayıf düşürülmesi için özellikle hazırlanmış, seçilmiş izlenimi veriyor.
- Dizinin Adı: ULAN İSTANBUL, TV Kanalı: KANAL D, Yayınlandığı Yıl: 2015
“Ulan İstanbul!” seslenişiyle İstanbul’un tarihten beri dillere destan güzelliği, yabancı şairlere bile ilham veren niteliği yerle bir edilmiş oluyor. “Ulan” diye aşağılama, İstanbul’a hakarettir.
Her dizesinde dinleyiciye, seyirciye, özellikle gençlere olumsuz mesajlar veren bu şarkı, çok tutulan şarkılardan biri oldu. Şimdi, bu şarkının verdiği mesajlara bakalım:
Damarımdan akan Rh negatif, Doğumda ölmeyi hak etmedim mi? Beni hasta eden bu aşk hepatit, Cinayet sebebim fark etmedin mi?
(Bu dizelerde aşkın, cinayet sebebi olabileceği ve bunun doğal karşılanabileceği mesajı veriliyor.)
Acılar makyajım, intihar süsüm, (İntihar, bir süsmüş gibi gösteriliyor, âdeta özendiriliyor.)
Ulan İstanbul beni terk etmedin mi? Anam uyur, babam uyur,
Hiç doğmamış bebem uyur,
(Türk insanının sadece uyuduğu, işe yaramazlığı duygusu uyandırılıyor.)
Şarkı sözlerini bir de dil yönünden incelersek, “hepatit” ve burada belirtilmeyen diğer dizelerinde yer alan “unfaithful” gibi yabancı sözcüklerin yer alması da Türkçe’ye zarar veriyor.
D- ÇOCUK PROGRAMLARI:
Günümüzde yabancı çocuk programlarının çoğu Kapitalizme hizmet eden bir sektör hâline gelmiştir. Ulusal kültürü de tehdit eden bu çizgi filmler, ekranı garip canavar ve yaratıklarla (Pokemon, Ninja Kaplumbağalar, Örümcek Adam/Spiderman, Batman vb.) doldurur. Oysa, korku filmlerinin, şiddet ve cinsel içerikli programların çocuklara izletilmesi sakıncalıdır. Çünkü çocuk, izlediği film kahramanının yaşamını gerçek sanıp onu taklit etmek ister:
- Örnek: 2000 yılında Mersinli dört yaşında bir çocuk, izlediği çizgi film Pokemon’un etkisinde kalarak kendisini pencereden atmıştı.
- Örnek: İngiltere’de Ninja Kaplumbağalar’ın etkisiyle bir çocuğun arkadaşını öldürdüğü söylenir.
- Örnek: Türkiye’de kendini Örümcek Adam (Spiderman) sanan bir çocuk, uçacağına inandığı için 5. kattan atlamıştır (2009).
- Örnek: Ukrayna’nın Kırım Özerk Cumhuriyeti’nde 10 yaşındaki bir erkek çocuk izlediği Japon çizgi filminden etkilenip kendini asmıştır.
Görüldüğü gibi, bu tür programlar, çocuğun zihinsel gelişimini olumsuz etkilemektedir. Onların kendi kültürüne yabancılaşmadan, topluma faydalı, sağlıklı bireyler olarak yetişmesi için televizyon programlarında kötü davranışlar yerine iyilerinin üstün tutulması gerekir.
Elbette kötülük ve yanlışlar topluma ders vermek amacıyla sunulabilir. Eğer, kötülük ve kötüler, iyiden üstün tutuluyor, ballandırarak izleyiciye yansıtılıyorsa, özellikle de çocuklara ihanet etmiş oluruz. Çünkü, bu durumda çocuk, iyiliğin “enayilik” olduğunu düşünebilir. Yayın kuruluşlarının yayınlarındaki yanlışlar yoluyla çocuklarımızın geleceğini karartmayalım.
Atatürk’ün, “Bir çocuğu kurtarmak için bile bütün çocukları kurtarmak gerekir” sözünü unutmamalıyız. “Her çocuk hepimizindir.”
Yerli yapım çocuk dizilerinin, vurdulu kırdılı yabancı çocuk dizilerinden daha eğitici olduğunu görüyoruz. Ancak, bu dizilerde de yanlışlar yok değil:
- Dizi adı: RAFADAN TAYFA, TV Kanalı: TRT ÇOCUK, Yayın Tarihi: 2016-2017
Dizide çocuklar halk müziğini (Aman Ormancı türküsü) küçümsüyor, sıkıcı buluyor; Batı müziğiyle neşeleniyor, kendilerine gelip oynamaya başlıyorlar. Millî ve manevi değerler aşağılanmamalı.
ÇOCUK DİZİLERİNDE TÜRKÇE SIK SIK YANLIŞ KULLANILIYOR:
- Dizi Adı: CANIM KARDEŞİM, Yayınlandığı Kanal: TRT ÇOCUK Babası Mine’ye:
- Sana küçük bir oyun yaptık, diyor. > (…) oyun hazırladık olmalıydı.
Kedi’nin iç sesi:
- Mine artık tembellik yapmıyor. > (…) tembellik etmiyor olmalı.
- Dizi Adı: HARİKA KANATLAR, Yayınlandığı Kanal: TRT ÇOCUK
Hava Kontrol, karakterlerden Dizi’ye şöyle sesleniyor:
- Hemen kalkış yapmaya hazır ol. Bu yanlış şöyle düzeltilebilir:
- Hemen havalanmaya (…) / Hemen uçuşa geçmeye (…) hazır ol.
Oliver, koyunun yününü tıraş ediyor. (Koyunun yünü tıraş edilmez, kırpılır.)
- Dizi Adı: PEPEE, Yayınlandığı Kanal: TRT ÇOCUK, PLANET ÇOCUK
Yerli bir çocuk programı olan Pepee çizgi filmi, kültürel değerleri aktarmaya (ailede sevgi saygı, Türk halk müziği, halk oyunları, gelenek ve görenekler vb.) çalışıyor.
Ancak; Türk yapımı olduğu hâlde karakterlerden bir kısmının adı (Pepee, Bebee, Şila, Şuşu) Türkçe değildir, İngilizce’yi andırıyor:
“Pepee”: Türkçe’de herhangi bir sözcük çift ünlüyle bitmez. Dizinin adında, PEPEE’nin şapkasında, karakterin adı aynı sesten oluşan çift ünlüyle bitiyor. Bu, önemli bir yanlıştır. Çocuğun beyninde yanlış bir algı, ileride Türkçe’yi öğrenme güçlüğü yaratabilir.
Pepe’nin kardeşi Bebe de “BEBEE” biçiminde yazılmış. Hatta bayramda bebeğe verilen hediyenin üstünde “Bebee” yazıldığı görülüyor.
PEPEE’DE ZİHİNSEL YANLIŞLAR
Bu çizgi filmde çocuklar ve büyükler merdivenleri çift ayak üzerinde zıplayarak inip çıkıyor. Yürümeye yeni başlayan çocuklar için bu çok kötü bir örnek. Çocukların düşmesine sebep olabilir. (Bu programı izleyen iki yaşındaki torunum merdivenleri tıpkı onlar gibi çift ayak üzerinde zıplayarak inmeye çalışıyordu. Basamakları düşmeden nasıl inmesi gerektiğini zor öğrendi.)
Görülüyor ki tüm çizgi filmlerin, ciddi bir eğitim ve bilim kurulunun pedagojik denetiminden geçmesi gerekir. Çocuklara şarkıların ve kavramların doğru öğretilmesiyle birlikte, çizgi film kahramanlarının davranışlarının da çok iyi irdelenmesi gerektiği unutulmamalıdır.
SONUÇ VE ÖNERİLER:
Yukarıda değindiğimiz stil/moda, yarışma, evlendirme programları ve dizileri izleyen bir kişi, sonrasında nasıl bir etkilenme içine girebilir ve aklından neler geçer? Tahmin etmeye çalışalım:
- Beğenilmek ve toplum içinde dikkate alınmak için öncelikle giyim kuşamım, her şeyimle dış görünüşüm, gayet abartılı ve göze çarpan cinsten olmalı, tarz olmalı, stil olmalı!
- Karşı cinsin beni beğenmesi için, giyim kuşamımın yanı sıra “fit” olmalıyım, ağzım iyi laf yapmalı!
- Hemcinslerime asla kendimi ezdirmemeliyim, onlara gerektiğinde ağzının payını vermeliyim, susturup oturtmalıyım.
- Hiçbir konuyu tutarlı, mantıklı bir şekilde sonuçlandırmam gerekmiyor, sonuçlandırmazsam ne olacak ki? O anda bir şeyler uydurur söyler, ânı kurtarırım nasılsa.
- Bir konuda gereken emeği vermektense, ne kadar çok emek verdiğimi söyleyip durursam, yine ânı kurtarırım, geçer gider.
Bu şekilde bir bakış açısına sahip bir kişi, çok büyük ihtimalle vaktinin büyük bir kısmını alışveriş merkezlerinde, “fitness” salonlarında geçirir, zira dış görünüşünü bu kadar ayrıntılı düşünen birisine başka bir şey yapmak için vakit de kalmayabilir. Baştan ayağa giyim kuşamı düşünürsek, binlerce seçenek söz konusu. Hakikaten bu işlere meraklı bir insan bütün ömrünü hiç sıkılmadan bunlarla geçirebilir.
Ancak ister kadın olsun ister erkek, yaş gelip de kendi ayakları üzerinde durması gerektiğinde, hele bir de evlenip çoluk çocuk sahibi olduysa, evin geçimi, yemeği, çocuğun bakımı, işin koşuşturması derken, o vakit, ihtiyacı olacak özelliklerle donatılmadıysa, işi çok zor demektir. O nedenle çocuklarımızın, gençlerimizin kendilerini oluşturma dönemlerindeki çok değerli vakitlerini televizyon programlarıyla alıyorsak, o programlarda onlara sunduklarımıza, önerdiklerimize de çok dikkat etmeli ve özen göstermeliyiz. Onlara mesela, televizyon programlarındaki konuşmalarda son okudukları kitabı sormalıyız, kişisel gelişimleri için herhangi bir girişimde bulunup bulunmadıklarını, en iyi arkadaşım dedikleri dostlarının olup olmadığını; ailesinden, komşularından, tanıdıklarından birinin onlara ihtiyacı olduğunda yardım edip etmediklerini sormalıyız.
Kendi temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek becerilere sahip olan ve bunun yanı sıra etrafındakilere de faydası olan her insan, toplumdaki bir mutluluk damlasıdır; ama sadece tüketen, sadece “ben duygusu”nu tatmin etmek üzere bir hayat kurgulayan her insan da, toplumdaki bir huzursuzluk ve mutsuzluk damlasıdır. Bu damlaların hangisi çok olursa, toplumun ruh durumu da ona göre belirlenir.
Toplumu televizyon başında uyuşturmayı ve istediği kalıba dönüştürmeyi hedefleyen, çoğu ithal bu tür programlardaki riski görelim, çocuklarımıza bunları izlemenin dışında başka seçenekler sunalım, gereğini yapacak kuruluşlara uyarılarımızı iletelim. Çocuklarımıza:
- hayatın; bir parka, bir sergiye, bir müzeye öylesine bir pantolon, bir gömlekle gidildiğinde çok mutluluk verebileceğini,
- mutluluğa aslında kendileriyle barışık, içlerini, ruhlarını donatmış insanlar olduklarında,
- hayatla, doğayla doğrudan bir bağ kurabildiklerinde,
- merak duygusunu ve hayatın her alanını keşfetme duygusunu kazandıklarında,
- sanat ve bilimle uğraştıklarında,
- bol bol, kana kana su içer gibi kitap okuduklarında
ulaşabileceklerini anlatalım, gösterelim, bunları önce biz yaparak örnek olalım ve onlarla paylaşalım. En önemlisi de onlara, tüm bunların; yanlarında gerçekten sevmeyi ve sevilmeyi bilen, dürüst ve samimi insanlar olduğunda mümkün olabileceğini söyleyelim.
Tüketim toplumunun; televizyon ekranlarında ve AVM’lerin çatısı altında beliren, renkli, şatafatlı, albenili dünyasının cazibesine, kültür emperyalizminin dayatmalarına ve sonrası çoğu zaman pişmanlıkla biten anlık, günlük zevklerine, tembelliğin karşı konulmaz bataklığına kendilerini kaptırıp da bireysel ve toplumsal olarak ekonomik ve siyasal bağımsızlığımızdan, özgürlüğümüzden, demokrasimizden ve aydınlanma sürecimizden ödün vermememiz gerektiğini, “zehrin insanlara tarih boyunca hep altın kupada sunulduğu”nu hiç aklımızdan çıkarmamamız gerektiğini söyleyelim, unutulduğunda da usulca hatırlatmaktan hiç vazgeçmeyelim. Aksi takdirde;
- televizyon ekranının cezbedici ışıltısında veya yüklü kredi kartı borçlarına girmek pahasına, tüketim bağımlılığımızı tatmin etmek için gittiğimiz alışveriş merkezlerinde aradığımız doğrudan ve çabuk mutlu olma çabasının sonuç vermediğini,
- bu esnada “vatan toprağının bir halı gibi altımızdan çekildiği”ni,
- bu toplumda birlikte yaşadığımız insanların pimi çekilmiş bombalar gibi etrafımızda dolaştığını,
- vahşet seviyesine varan tecavüz ve cinayetlerin neden işlendiğini ve sayılarının son dönemde arttığını,
- tüm bunların hepimiz için, bireysel ve toplumsal hayati bir tehlike oluşturduğunu fark etmeden ömrümüzü geçirip gidebiliriz.
Oysa bireysel ve toplumsal mutluluğa ancak, hayatımıza anlam katan ilişkiler ve eylemler içinde olduğumuz süreçlerle ulaşabiliriz. O nedenle etrafımızdakilere, özellikle çocuklarımıza ve gençlerimize; bizleri ahtapot gibi saran, esir eden televizyon programlarına, ihtiyacımız olandan fazlasını satın almaya güdümleyen tüketim toplumu çılgınlığının dayatmalarına karşı,
- öz denetim mekanizmalarımızı harekete geçirebileceğimizi,
- bireysel ve toplumsal açıdan anlamlı olacak ilişkiler ve eylemler için kafa yorup yaratıcılığımızı keşfedebileceğimizi ve
- bunun da bir hayat tarzı olabileceğini anlatalım.
Bu toplumda hepimizin bedensel ve ruhsal açıdan sağlıklı ve mutlu bir şekilde yaşayabilmemiz için vazgeçilmez olan özgürlük, demokrasi, saygı, sevgi ve aydınlanmanın, ekonomik ve siyasal bağımsızlığın; kültür emperyalizmiyle dayatılan tüketim bağımlılığı, çaresizlik ve yılgınlıkla değil,
- yaratıcı ve bilimsel akılla kazanılmış olduğunu,
- bunların birer hazine gibi korunması, savunulması gerektiğini,
- bunun için de, “Benim manevi mirasım, bilim ve akıldır.” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün yüz yıl sonra dahi bize ulaşan ışıltısının hepimize yeteceğini
bıkmadan usanmadan hatırlatalım.
Saygı ve emeklerimizle,
Bilgi ve dikkatlerinize sunarız.
Ekim 2017